14 Mart 2011 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Fikri Temelleri- İZMİR - İKTİSAT KONGRESİ

İZMİR - İKTİSAT KONGRESİ

İzmir İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin “köklerini “ bilmede, dünü anlamada, bugünü kavramada ve yarına bakmakta çok önemli ekonomik, toplumsal, siyasi ve hukuki bir belge olma sıfatını taşımaktadır.
Ancak, İzmir İktisat Kongresi, en azından “hukuki bakımdan” yeterince değerlendirilmemiştir.
Gerçekten, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi her yıl şenliklerle anılırken, üzerlerine bilimsel toplantılar yapılırken, her nedense eş değerde olan İzmir İktisat Kongresi'ne hak ettiği önem verilmemiş, hatta kongrenin yapıldığı ev yıkılmış ve yerine, düşünülmeden otopark yapılmıştır. Bu, İzmir İktisat Kongresi'ne hiç veya yeterince değer verilmediğinin bir kanıtıdır. Fazla söze gerek yoktur. İşin vahametini anlamak için, Atatürk hakkındaki araştırmalarda İzmir İktisat Kongresi'ne ne kadar yer verildiğine bakmanın yeterli olduğu kanaatindeyiz.
Oysa Atatürk, ...“ Efendiler, Hey’et-i aliyenizin bugün akdedmiş olduğu İktisat Kongresi çok mühimdir. Çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Milli'nin ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun ilk temel taşlarını tedarik hususunda amil olmuş, müessir olmuş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, tarih-i millimizde en kıymetli ve yüksek hatırayı ihraz etmiş ise, kongreniz dahi milletin ve memleketin hayat ve halas-ı hakikisini temine medar olacak düsturun temel taşlarını ve esaslarını ihraz edip ortaya koymak suretiyle tarihte büyük namı ve çok kıymetli bir hatırayı ihraz edecektir. Bu kadar kıymetli ve tarihi kongrenizi küşad etmek şerefini bana bahşettiğinizden dolayı hassaten arz-ı teşekkür ederim... Ve böyle bir kongreyi akdeden sizlersiniz. Bundan dolayı sizi şayan-ı tebrik görür ve tebrik ederim... Kongre küşad edilmiştir efendim.” Değerlendirmesini yaparak, İzmir İktisat Kongresinin “ memleketin hayat ve halas-ı hakikisinde ” ne kadar çok önemli olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
“İzmir İktisat Kongresi tarihte ilk defa ihraz-ı mevki-i bülend edecek bir kongredir”
İzmir İktisat Kongresi, burada, bir iktisat sistemi veya doktrini, bir mevzuat taslağı, bir tarih tezi vs. olarak değil, ama sadece “memleketin hayat ve halas-ı hakikisini temine medar olacak düsturlar” bütünü olarak ele alınacak ve dolayısıyla zorlu bir Kurtuluş Savaşı içinde ve sonrasında biçim alan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin toplumsal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenlerinin niteliklerinin neden ibaret bulunduğu tespite çalışılacaktır.

1.İzmir İktisat Kongresinin Yapıldığı Tarihi Dönem

İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihinde toplanmıştır. Bu tarihte Lozan Konferansı kesintiye uğramış, tabii “Cumhuriyet” henüz ilan edilmemiştir.
Amasya Tamimi nasıl kurtuluş Savaşını başlatan ve bu “savaş boyunca güdülen amaç ve esasların” hukuki temel metnini oluşturmuşsa, İzmir İktisat Kongresi de, 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bu cumhuriyetin niteliğini oluşturan devrimlerin temel metnini oluşturmuştur.
Gerçekten, Lozan Konferansı’nda, tarihi eskiye giden bir ulusun siyasi-hukuki biçimi olarak doğan yeni bir devletin bir kurtuluş savaşı ortamında oluşmakta olduğu görülmüş, bu devletin toplumsal, ekonomik, siyasi yapısının ne/nasıl olacağı sorusu zihinleri işgal etmeye başlamış, savaşı kaybeden devletler bu belirsizlikten yararlanarak üstüne üstlük bir de “baskın çıkmaya” çalışmışlardır.
İşte, İzmir İktisat Kongresi, Lozan Konferansı’nın dağıldığı, Türk Heyetinin konferansı terk edip yurda döndüğü, ulusal sıkıntıların “had safhada” olduğu bir sırada, Kurtuluş Savaşının noktalandığı İzmir’de, ülkenin biç çok yerinden gelen, toplumu oluşturan sınıfları ve/veya “grupları” temsil eden 1135 delege ile toplanmıştır.
İzmir İktisat Kongresinin, dünya kamuoyuna, bugün de geçerli, tek bir duyurusu olmuştur.
Uygar başka uluslar kadar uygarız.
“ Milletimiz mazisinden değil, artık istikbalinden mesuldür”

2.Evreni Farklı Bir Algılama Biçimi
Laik Toplumsal Düzen

Toplumlar, egemenliklerinin veya kendileri ile biçimlendikleri hukuk düzenlerinin maddi kaynağının, ya “beşeri irade” olduğu varsayımına ya da “ilahi irade” olduğu varsayımına dayandırmaktadırlar.
Zaten bir üçüncü olasılık da mevcut bulunmamaktadır.
Bir toplum kendisinin veya kendisinin biçimi olan hukukunun maddi kaynağını ilahi iradede buluyorsa, tüm görünümleri ile birlikte o toplumun düzeni teokratik toplum düzenidir, o hukuk düzeni teokratik bir hukuk düzenidir. Buna karşılık, eğer bir toplum kendisinin veya kendisinin biçimi olan hukukunun maddi kaynağını beşeri iradede buluyorsa, tüm görünümleri ile birlikte o toplum düzeni laik toplum düzenidir, o hukuk düzeni laik bir hukuk düzenidir. Bir toplumun hukukunun maddi kaynağı esas olarak ilahi irade olmasına rağmen, o toplumda ilahi irade yanında egemenin onunla çatışmayan kurallara veya örfi kurallara da geçerlilik sağlanmışsa, toplumun düzeni, kiminin ileri sürdüğünün tersine, laik toplum düzeni değildir, tersine tüm tezahürleriyle “teosantrik“, yani buyurma erki tanrı merkezli toplumsal düzendir.
Genelde kabul edildiği üzere, Osmanlı İmparatorluğunun Düzeni, teokratik [veya teosantrik] toplum düzenidir. Gerçekten, Osmanlı Devleti “ saltanat-ı şahsiye ve en son beş on sene zarfında saltanatı meşruta esasına müsteniden idare-i hükumet “ etmiştir. “ Saltanat-şahsiyete her hususta yalnız tacidarların arzusu, emel ve iradeleri hâkimdir “. “ Milletlerin arzu, emel irade ve ihtiyaçları mevzubahis olmaktan uzaktır. Millet amal ve iradesinden tecerrüt etmiştir. Tacidarlar kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsiyat-ı ilahiye farz ederler. Etrafını alan menfaatperestan padişahın zihniyet ve arzusunu bir lazime-i semaiye, bir lazime-i Kur’aniye gibi herkese telkin ederler. Bu telkinat karşısında bir gün bütün halk, bu arzu ve iradelerin – bila muhakeme iradat-ı semaviye olduğuna kanı olur “ .
Amasya Tamimi, tarihimizde ilk kez, “Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir... Milletin istiklalini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır” emriyle, buyurma erkinin, yani egemenliğin kaynağının millet olması, yani beşeri irade olması esasını kabul etmiş olmaktadır. Erzurum ve Sivas kongrelerinde daha da çok kökleşen bu düşünce, kaynağı beşeri irade olan bir kurucu iktidar olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve onun Hükumetini ortaya çıkarmıştır. Böylece, TBMM, “ kurucu iktidar “ olarak, Anayasasını yapıp hükümetini kurmakla, uluslararası hukukun bir süjesi olmuş, dolayısıyla “Devlet” olma kimliğini kazanmıştır. İşte, İzmir İktisat Kongresinde, “ziraat, Sanayi, Ticaret ve İşçi zümreleri” temsilcileri ve konuşmacı veya yönetici olarak katılan TBMM Hükümeti temsilcileri, tek vücut olarak, henüz oluşmamış bulunan ve ileride oluşacak olan “kurulmuş iktidarın” [ ki daha sonra ismi Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır] esasları kurucu iktidarca belirlenmiş olan temel niteliğinden vazgeçilemeyeceğine işaret etmektedirler.
Gerçekten, “Misak-ı İktisadi Esasları”, 1. maddesinde “Türkiye, Milli hudutları dâhilinde, lekesiz bir istiklal ile dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir. “ ilkesini ilan ederken, 2. Maddesinde, “Türkiye halkı milli hâkimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiç bir şeye feda edemez ve milli hâkimiyete müstenit olan meclis ve hükümetine daima zahirdir. “ ilkesini ilan etmiştir. Böylece, “egemenliğin kaynağının beşeri irade olması” ilkesi, sadece kurucu iktidarın ve onu temsil eden kişilerin değil, aynı zamanda o kurucu iktidarı doğuran halkın temsilcilerinin sesi olmuştur.
Bu demektir ki, İzmir İktisat Kongresi, kararında, oluşacak kurulmuş iktidarın, yani barış antlaşmasından sonra kurulacak Devletin temel biçimini kesin olarak belirlemiş olmaktadır. Kurulacak bu devlette, üç unsurundan, egemenlik unsurunun kaynağının “beşeri irade” olduğu, insan unsurunun “millet” olduğu, toprak unsurunun uğruna savaş verilen ancak henüz uluslararası bir antlaşma ile sınırları çizilmemiş olan “Anadolu toprakları” olduğu kabul edilmiştir. Esasen Lozan Konferansına katılan devletlere de bir mesaj veren İzmir İktisat Kongresi, kurulacak devletin düzeninin, en başta, “laik devlet”, “milli devlet “ ve bu iki ilkenin zorunlu sonucu olarak “cumhuri devlet düzeni olmasına işaret etmiştir. Gerçekten, daha sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasının, , yani Teşkilatı Esasiye Kanununun, “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” ( m.1 ) , ” Hâkimiyet bila kayd-ü şart milletindir“ (m.2) temel ilkelerine yer vermiş olduğunu görüyoruz.
Hukukun kaynağının beşeri irade olması esasını ayrıca Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresini açarken yapmış olduğu konuşmada buluyoruz. Gerçekten, Atatürk, Teşkilat-ı Esasiye Kanunundan söz ederken, “...Bu devletin hayatında bila kayd-u şart hâkimiyetin milletin uhdesinde kalacağını ifade eden kanundur “ , “...Bu kanun hâkimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi için halkın bizzat kendi iradesini şart kılan bir kanundur “ diyerek inatla Devletin temel düzeninin “ laiklik devlet düzeni ” olduğuna ve olması gerektiğini işaret etmiştir. Atatürk, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin milletten aldığı veçhile istiklal-i tam, hâkimiyet-i Milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir “, “...Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hâkimiyet demek şeref demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyetin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir” düşüncesiyle, mevcut kurucu iktidarın ve bu iktidar eliyle ileride kurulacak kurulmuş iktidarın temelinin laik devlet düzeni olduğunu söylemektedir.
Görüldüğü üzere, devletin unsurundan biri olan egemenliğin kaynağının beşeri irade olması, yani millete ait bulunması, açıkçası laik devlet düzeni, bu düşüncede, sadece barış antlaşmasından sonra kurulacak "kurulmuş iktidarın" zorunlu bir şartı değildir, aynı zamanda Türk Toplumunun ulaşılması gereken bir "uygarlık düzeyi", edinmesi zorunlu bir "insanlık" göstergesidir.

3. Misak-ı İktisadi Esasları

Özünü milli iradenin / millet iradesinin, yani beşeri iradenin oluşturduğu bir toplum/ hukuk/ devlet düzeninin kurulması çabaları, doğaldır ki siyasallaşarak uluslararası âlemin bir üyesi, dolayısıyla uluslararası hukukun bir süjesi olmak sıfatını kazanan toplumun, bu öze oturan yeni bir içerik/muhteva kazanmasını zorunlu kılmıştır. Bu husus, İzmir İktisat Kongresinde, “ Misak-ı İktisadi Esasları “ kavramıyla ifade edilmiştir.
İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlara ve yapılan konuşmalara bakıldığında, “Misak-ı İktisadi Esasları” kavramıyla kastedilen şey, siyasallaşarak “ Devlet “ kimliği kazanmış Türk toplumuna sadece basit bir “ ekonomik model “ kazandırmak değildir, tersine tarihi tahlil ederek, laiklik temel olmak üzere, “Türkiye halkının” veya “yeni Türkiye Devletinin” toplumsal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel yapılarını belirlemektir.
Gerçekten, “ Bütün Türkiye’nin Ziraat, Sanayi, Ticaret ve İşçi zümrelerinden müntehab bin yüz otuz beş murahhasın iştirakiyle İzmir’de inikat eden ilk Türkiye İktisat Kongresi’nin müttefikan kabul ettiği (Misak-ı İktisadi ) esaslarının 2. Maddesinde, “ Türkiye halkı milli hâkimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiç bir şeye feda edemez ve milli hâkimiyete müstenit olan meclis ve hükumetine daima zahirdir “ esasına yer verilerek, her çeşit toplumsal, iktisadi, siyasi ve hukuki “toplumsal oluşumun “ temelinin beşeri irade olmasını zorunlu kılmıştır.
Atatürk, “ Milletimizin halas-ı kat’i ve hakikiye mazhar olabilmek için iki umdeye istinadın şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi Misak-ı Millinin ifade ettiği ruh ve mana “, “ İkincisi: Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun tespit ettiği gayr-ı kabil tebeddül hakayık “. “ Misak-ı Milli, milletin istiklali tammını temin eden ve bunun için iktisadiyatında inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha avdet etmemek üzere lağveden bir düsturdur “. “ Teşkilat-ı Esasiye Kanunu… Bu devletin hayatında bila kayd ü şarta hâkimiyetin milletin uhdesinde kalacağını ifade eden kanundur .“ tespitini yapmakta, tam bağımsızlık temeline dayalı olarak, “ Milli egemenlik ” ile “iktisadi egemenlik “ arasında mutlak bir “ korelasyon “ kurmakta ve “ Hâkimiyet-i Milliye, Hâkimiyet-ı iktisadiye ile tersin edilmelidir “ demektedir.
Gerçekten, Atatürk, “ Dâhil olduğumuz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktır. “, “ Bence halk devri, iktisat devri mefhumuyla ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki memleketimiz mamur, milletimiz müreffeh ve zengin olsun. Öyle bir iktisat devri ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin… ” , “…iktisadiyat demek her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için ne lazımsa bunların kâffesi demektir, ziraat demektir, ticaret demektir, say demektir, her şey demektir”, “ …yeni hükumetimizin bütün esasları, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır. Çünkü… Her şey bunun içinde mündemiçtir… ” diyerek, “ iktisat devri “ terimini sadece toplumun “ ekonomik düzenini “ ifade etmek için değil, aynı zamanda toplumun toplumsal, siyasi, hukuki, vs. temel düzenlerini ifade etmek için kullanmıştır.
O halde, İzmir İktisat Kongresinde, milleti temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından seçilmiş olan temsilcileri , “Misak-ı İktisadi Esasları” adı altında, bir “kurtuluş savaşı “ sonunda siyasi kimlik kazanan ve hasımları karşısında barış masasına oturan bir toplumun, “beşeri irade” esas olmak üzere oluşacak ekonomik, toplumsal, siyasi ve hukuki temel düzenlerini tespite çalışmışlardır.

4. Devletin Siyasi Düzeni
Milli Devlet

1921 Anayasası Kurtuluş Savaşına meşruiyet sağlayan milli irade ilkesini benimsemiş olmakla birlikte, savaş sonrasında oluşacak devletin niteliklerini açıkça belirlememiştir. İzmir İktisat Kongresinde, milli iradeye dayalı olarak oluşturulması tasarlanan devletin, “ulus devleti” veya “milli devlet” olması esası doğrulanmakla kalınmamış, bu konunun artık bir zorunluluk olduğu kabul edilmiştir (Misak-ı İktisadi Esasları, m.2 ).
Gerçekten, Atatürk, “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Osmanlı İmparatorluğunun, devletinin tarihe münkalib olduğunu idrak eden, onun yerine yeni Türkiye Devletinin kaim olduğunu ilan eden bir kanundur” “Bu devletin hayatında bila kayd-ü şarta hâkimiyetin milletin uhdesinde kalacağını ifade eden bir kanundur”, “Türkiye halkı hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez” diyerek, bir yandan ulus devletinin, milli devletin atılan temelinin korunması zorunluluğuna işaret ederken, öte yandan devletin şeklinin “cumhuriyet” olması gerektiğine işaret etmektedir. Zaten, daha sonra, 1924 Anayasası, “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” hükmüne yer verecektir.
Ancak, bazılarının iddiasının tersine, “ulus ( = millet ) devleti” veya “milli devlet” ile” Faşizm” ve “Nazizm” birbirine karıştırılarak İzmir İktisat Kongresi değerlendirilmemelidir. İzmir İktisat Kongresinde, ne Faşizmi, ne de Nazizm’i çağrıştıran bir karara veya beyana rastlanmaktadır. Gerçekten, Kongre metinlerinde, hem “korporativizm” veya “kollektivizm düşüncesine, hem de ari veya üstün ırk düşüncesine dayalı bir toplum/millet/devlet anlayışına yer verilmemiştir. “Devletçiliğin”, ileride de belirtilecek, korporativizm veya kollektivizm ile her hangi bir ilişkisi bulunmamaktadır. Üstelik ne o günkü hukuk metinlerinden ne de daha sonraki hukuk metinlerinde “milletin nesnel anlayışına”, yani milleti belli tek bir ırka veya belli birkaç ırka dayandırma anlayışına işaret eden bir hükme rastlanmaktadır. Türk hukuk düzeni, dün olduğu kadar bugün de, hangi ırktan veya inançtan olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletine “vatandaşlık bağı” ile bağlı olan herkesi “Türk” saymakta ve kanun önünde eşit haklarla donatmaktadır.
Öte yandan İzmir İktisat Kongresinde “imtiyazcı” ve “sınıfçı” bir toplum/hukuk/devlet düzeni özlemine de rastlanmamaktadır. Misak-ı İktisadi Esasları, 11. maddede, “Türkler, hangi sınıf ve meslekte olurlarsa olsunlar, candan sevişirler “ demektedir. Atatürk, Kongreyi açış konuşmasında, hem sınıf kavramını ideolojik anlamlarından farklı anlamakta, hem de bir tarih tezi olarak toplumda sınıf çatışması kavramını reddetmektedir. Gerçekten, Atatürk, “Bizim halkımızın menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunuf halinde değil bilakis mevcudiyetleri, muhassala-i mesaisi yekdiğerine lazım olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada Sami’lerinin çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve ameledir. Bunların hangisi yekdiğerinin muarızı olabilir. Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, yekdiğerine ve ameleye muhtaç olduğunu kim inkâr edebilir” demektedir. Mahmut Esat Bozkurt, Kongredeki konuşmasında, devletin oluşturulacak yapısının asla ideolojik bir devlet yapısı olmayacağına işaret etmiştir.
Görüldüğü üzere, İzmir İktisat Kongresine hâkim olan düşünce, demokrasi “minimum” olarak halkın kendinin koyduğu kurallarla kendini yönetmesiyse, ülkenin koşullarına uygun demokratik bir devlet düzeni özlemidir. Öyle bir toplumsal-siyasi düzen olmalıdır ki, “Bugün mevcut olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi amelemiz çalışmalıdır, müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdır. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır. Ve hayatın lezzet-ı hakikisini tadabilmelidir ki çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin.

5. Milli İktisat

Osmanlı Devleti esas olarak “ Saltanat-ı şahsiye “ ve bunun zorunlu sonucu olarak her hususta yalnız buyuranların arzu, emel ve iradelerinin hâkim olduğu toplumsal-siyasi bir düzendir.
Kuşkusuz, böyle bir toplumsal-siyasi düzende, bir milli iktisattan söz edilemez.
Milli iktisat, ancak esaslarını millet egemenliği veya milli egemenlik esasında bulan toplumsal-siyasi düzenlerde söz konusu olabilir.
İzmir İktisat Kongresini açış konuşmasında, Atatürk, bilinçli bir biçimde “halk devri”, “milli devir”, “milli tarih”, “iktisat devri”, “milli iktisat“, vs. kavramlarına yer verilmiş, bir kurtuluş savaşı içinde doğan ve biçimlenmekte olan “Devletin” ekonomik düzeninin “milli iktisat düzeni” olacağına işaret edilmiştir. Mahmut Esat Bozkurt, “Ben hâkimiyeti milliyeyi, milli hâkimiyeti-ı iktisadiye olarak anlarım. Böyle olmazsa hâkimiyet-i milliye bir ( serap ) olur” demektedir. İzmir İktisat Kongresi tutanaklarında, inatla “milli istihsali temin”, “madenleri kendi milli istihsali için işletmek”, “çocukları iktisadi misaka göre yetiştirmek” , “dâhili ve milli Sanayi’nin inkişafı” , “ kabotajda hakk-ı istiklalimizin tamamen istimal edilmesi” , “aşarın lağvı” ve “Türkiye’de yaşayan bütün efrada şamil olmak üzere… Bir vergi ihdas edilmesi”, “inhisar sisteminin ref’i” , “…tütün reji inhisarının ilgası. ” vs. kavramlarına yer verildiği görülmektedir. O halde, bu demektir ki, Lozan Barışının akdine tekaüdüm eden İzmir İktisat Kongresinde, Devletin ekonomik temel düzeninin, mutlak surette “milli iktisat düzeni” olmasına karar verilmiştir.
İzmir İktisat Kongresi, milli iktisadı dizaynda, o gün cari olan belli bir ideolojiye veya belli bir ekonomi doktrinine itibar etmemiştir. Bu, kongrede alınan kararlardan çıkarılabildiği kadar, kongrede yapılan konuşmalardan da açıkça çıkarılabilmektedir. Gerçekten, Mahmut Esat Bey, konuşmasında, “ Biz iktisat meslekleri tarihinde mevcut mekteplerden hiç birine mensup değiliz. Ne ( Bırakınız, geçsinler, bırakınız yapsınlar ) mektebine, ne de sosyalist komünist, etatist veya himaye mekteplerinden değiliz” …”zikrettiğim mekteplerden hiç birine mensup olmamakla beraber memleketimizin ihtiyacına göre bunlardan istifade etmeyi de ihmal etmeyeceğiz ” demektedir.
“ Yeni Türkiye muhtelit bir iktisat sistemi tatbik etmelidir. İktisadi teşebbüs kısmen devlet ve kısmen teşebbüs-i şahsi tarafından deruhte edilmelidir” .
Ancak, “iktisadi teşebbüsün” kısmen devlet tarafından üstlenilmiş olması, bir faşizm kurumu olan ne kolektivizmin ne de korporativizmin kabul edildiği anlamına gelmektedir. Daha sonra bu düşüncenin esini olarak 1924 Anayasasına giren Devletçiliğin, Mahmut Esat Beyin de belirttiği üzere, bu müesseselerle uzaktan yakından her hangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Bu durumda, Yeni Türkiye Devletinin iktisadi temel düzeni, devletin “işletme bazında” ekonomik hayata girmesinin istenmesine rağmen, o günün koşullarında oluşmuş, özünde kendine özgü bir “Pazar Ekonomisi” düzenidir.
Gerçekten, bu iktisadi yeni düzende başta tekelin ve tekel sistemlerinin yeri yoktur. Kimse yabancı sermayeye karşı değildir. “.bizim memleketimiz vasidir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizim Say’ımıza inzimam etsin ve bizim ile onlar arasında faideli neticeler versin”. Ülke dâhilinde ticaret tamamen serbest kılınmış, imtiyaz verilmesi şeklindeki tüm tekeller kaldırılmıştır. Aşar lağvedilmiş, “Türkiye’de yaşayan bütün efrada şamil” modern bir vergi sisteminin getirilmesi kabul edilmiştir. Faiz sistemi o günün koşullarında ekonomisinin ihtiyaçlarına uygun hale getirilmiştir.
Kısacası, İzmir iktisat Kongresi, kurtuluş savaşı vermiş bir ulusun, bünyesine uygun bir pazar ekonomisi düzeni temel olmak üzere, uygar dünya ile bütünleşme iradesini ifade etmektedir.

6. Milli Toplum

İzmir İktisat Kongresi, toplumu, “milli toplum” veya aynı şey “ulus toplumu” olarak algılamaktadır. Gerçekten, Misak-ı İktisadi Esasları’nın 2. Maddesinde “Türkiye halkının milli hâkimiyetini canı ve malı pahasına elde etmiş olduğundan” söz edilmektedir. Atatürk, kongredeki konuşmasının birçok yerinde, “milletimizi temsil eden halk sınıfları”, “halkın sesi”, “milletimizin” , “Millet” , “Türk milleti”, “milli devir” , “halk devresi”, “Türkiye halkı”, “Millet meclisi”, “milli devrin milli tarihi”, vs. kavramlarına yer vermiştir. Ayni ve benzer kavramlara sıkça diğer konuşmalarda ve kongre metinlerinde de rastlanmaktadır. Bu demektir ki, İzmir İktisat Kongresi, “milli hâkimiyet” kavramı ile “Türkiye halkı” veya “Türk milleti” kavramı arasında zorunlu bir bağıntı kurmuş, dolayısıyla halen savaş içinde bulunan ve bir barış antlaşması sonunda kimliği belirlenecek olan Devletin insan unsurunun niteliğinin “millet”, “halk” olması esasını benimsemiştir.
Böylece, İzmir İktisat Kongresinde, bir yandan her çeşit “ümmetçi toplum” modeli reddedilirken, öte yandan “imparatorluk toplumu” modeli ve “halklar” veya “halkların kardeşliği “ esasına dayanan Marksçı -Leninci düşüncenin “proletarya toplumu” modeli de reddedilmiştir. Gerçekten, Atatürk, bir yandan “Tacidarlar kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsiyet-i ilahiye farz ederler” vs. ifadesiyle Osmanlı İmparatorluğu ümmetçi toplum düzenine karşı çıkarken, dolayısıyla her çeşit ümmetçi toplum modelini açıkça reddederken, öte yandan “Bizim halkımızın menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunuf halinde değil bilakis mevcudiyetleri muhassala-i mesaisi yekdiğerine lazım olan sınıflardan ibarettir” diyerek, halklar kavramına dayanan proleter toplum modelini reddetmektedir. Benzer düşünceler, farklı ifadelerle, diğer konuşmacıların konuşmalarında da yer almaktadır.
Devletin insan unsurunun “millet” veya “ulus” veya “halk” olmasının başta gelen sonuçları, bir yandan “milli değerler” ve “ laik ahlak, ” esasının benimsenmesi olurken, öte yandan “tevhid-i tedrisat” yani “eğitimde birlik” esasının, açıkçası “milli eğitim” esasının benimsenmesi olmuştur.
Gerçekten, “Misak-ı İktisadi Esasları”, 12. Maddesinde, Türk kadını ve kocası çocukları iktisadi misaka göre yetiştirir” derken, yaygın ve örgün eğitim dâhil, toplumsal her tezahürde temel ilkenin milli hâkimiyet esası ( m. 3) olduğuna işaret etmiştir. Bu bağlamda olmak üzere, Misak-ı İktisadi Esasları, “Milli hudutlar dâhilinde” bağımsızlığı, barışçılığı ve ilerlemeyi ( m.1 ) milli değer saymıştır. Türkiye halkının “milli hâkimiyete müstenit olan meclis ve hükumetine daima zahir olması“ (m. 2 ) , “ormanlarını evladı gibi sevmesi”( m.5 ) vs. Misak-ı İktisadi Esaslarında milli değerler olarak ifadesini bulmuştur. Öte yandan, Misaki-ı İktisadi Esaslarında, m. 3, 4, 5, 6, 7, 9, 10 ve 11. Türkiye halkının, milli hâkimiyet esasına dayalı, laik/ evrensel ahlaki değerleri belirlenmiş, böylece daha barış görüşmeleri aşamasında Türkiye halkının, temsilcileri barış görüşmesine katılan halklar kadar uygar olduğuna ve etik değerlere sahip bulunduğuna işaret edilmiştir.
İzmir iktisat Kongresinde, o güne kadar Türk toplumda cari “ümmetçi eğitim” düzeni yerine “milletçi eğitim” düzeni konulmuştur. Gerçekten, İzmir İktisat Kongresinde, “Ziraat ve Maarif Meseleleri “ başlığı altında, milli toplumun ihtiyacı olan eğitimin temel esaslarına işaret edilmiştir: Tüm okullarda “sanayi ve ziraatın ameli olarak gösterilmesi” emredilmiştir. Böylece, herhalde ilk kez, salt ezberci ( = nazari ) bir eğitim sisteminden, uygulamalı ( =ameli ) bir eğitim sistemine geçilmiştir. “Her Livada birbirine yakın olan köyler için kâfi arazisi olan leyli birer iptidai mektebi açılması ve bu mekteplerde iptidai derslerle beraber ameli ve nazari basit ziraat dersleri gösterilmesi” emredilerek “Yatılı Bölge Okullarının” temeli atılmıştır. Öte yandan “ Köylerdeki iptidai mekteplerin mutlaka beş dönümlük bir bahçesi ve iki ineklik fenni bir ahır ve kümesi yeni usul bir arılığı ve muallimler için iki odalı bir evi olması ve arazinin bir kısmı sebze ve bir kısmı çiçek bir kısmı da fidanlığa tahsis edilerek muallimlerin nezareti altında bizzat talebe tarafından idare edilerek masraf ve hasılatının köy muallimlerine ait olması ve bu suretle çocuklara ameli olarak çiftçiliğin öğretilmesi ve münevver zevatın da köylerde yerleşmesinin teşviki” emredilerek, köyün kentleştirilmesi düşüncesinin ve daha sonra “Köy Okulu” ve “Köy Enstitüsü” eğitim-öğretim düzeni adıyla ortaya çıkacak olan yeni bir milli eğitim düzeninin temelleri atılmıştır. Seyyar Ziraat Mektebi açılması, ahlaka aykırı olmamak kaydıyla yeni bir iletişim aracı olan sinemadan yararlanılması emredilmiştir. Öte yandan, “Asayişin temini için maarifin neşri ve cehaletin izalesi” emredilmiştir. Bu bağlamda olmak üzere, “Köylerin toplu bulundurulması, gerek inzibatı temini ve gerek maarifin intişarı için pek ziyade faydalı bulunmuş” tur. Bu düşünce, bizce, her halde, daha sonra sıkça savunulan köyleri birleştirme, kentleştirme, vs. düşüncelerinin ve bunlardan biri olan “köykent” düşüncesinin esin kaynağı olmuştur.
Toplumun ve devletin kurucu unsuru, Kelsenci bir ifadeyle “temel normu” olan “milli hâkimiyet” esasının zorunlu bir sonucu olarak, İzmir İktisat Kongresinde din, Türk halkının kimliğini oluşturan milli bir değer olarak değil ama sadece toplumsal yüce bir değer olarak algılanmıştır. Gerçekten, Türkiye halkının “mukaddesatını” saldırılara karşı korumayı vazife bilmesi, emredilmiştir ve “Türk dinine… Düşman olmayan milletlere daima dosttur” denmiştir. Bu bağlamda olmak üzere, “Milletimiz mazisinden değil artık istikbalinden mesuldür” diyen Kongre Başkanı Kazım Karabekir, “…düşmanlarımız Türk milletini taassup ile ittiham etmektedirler… Türk mutaassıp değildir. Fakat dindar ve salabetlidir. Faydalı olan her yeniliği severek alır. Fakat bugün maarifin en son programlarını çizen en müterakki milletler bile mektep talebelerine yevmiye en az onbeş dakika İncil-i şerif okuturken ve dini günlerde mabetlerini çoluk çocukla doldururken, bizim dinimize olan sadakatimizi taassupla, cehl ile ittiham etmek isteyenleri Türkün dinine, ahlakına, hatta yazısına kadar dil uzatanları da Türk oğlu insaniyete ve medeniyete davet eder “ diyerek, Kurtuluş savaşı içinde oluşan milli toplumun toplumsal yüce bir değeri olan kutsal dini yüceltmiş ve vazgeçilmezliğine işaret etmiştir.

7. Milli Hukuk

Milli hâkimiyet kavramı ve hukuk arasında zorunlu bir bağıntı bulunmaktadır.
Beşeri irade tarafından konulmayan bir şey hukuk kuralı olmaz. Zira “ deney verisi” tek hukuk, kaynağı beşeri irade olan hukuktur.
Madem İzmir İktisat Kongresi tek egemenin “millet” olduğunu kabul etmiştir, milletin/ ulusun / halkın hukuku, ister yazılı isterse örfi olsun, o milletin / ulusun / halkın iradesinin bir tezahürüdür.
Madem “Türkiye halkı milli hâkimiyetini… Hiç bir şeye feda edemez…” ve madem Türkiye halkı hâkimiyetini meclisi ve hükümeti eliyle kullanmaktadır, “Türk hukuk düzeni” Türk halkının iradesinin “kanun” biçiminde tezahüründen başka bir şey değildir.
Tabiidir ki, milletin kendi serbest, hür iradesiyle yarattığı hukuk, milli hukuktur.
İzmir İktisat Kongresi, milli toplum, milli iktisat, milli siyaset, vs. olgularının içinde devindiği ortam olarak bir Kurtuluş savaşı içerisinde oluşmuş bulunan milli Devletin hukuk düzeninin, yani milli hukuk düzeninin oluşturulması projesidir. Gerçekten “ Bu yeni Türkiye’nin adına çalışkanlar diyarı denir” diyen Atatürk, “Türkiye İktisat Kongresi tarihte ilk defa ihraz-ı mevki-i bülend edecek bir kongredir. Ve sizler bu memleketin ihtiyacını, milletin ihtiyacını ve milletin kabiliyetini ve bunun karşısında dünyada mevcut olan çok kuvvetli iktisat teşkilatını nazar-ı dikkate alarak, alınası lazım gelen tedbirleri kemal-i vuzuh ile teati ve tespit etmelisiniz tedbirler tatbik oldukça memleketimizin nurlara, feyizlere müstagrak olsun” demekte ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükumetiniz tabii milletin amali dairesinde terakki ve teceddüde tamamen taraftardır. Bunun için mülk ve millete nafi ittihaz edeceğnayi tedbirleri memnuniyetle nazar-ı dikkate alacaktır” uyarısında bulunmaktadır.
Bu durumda, İzmir İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyet Devletinin ve daha sonra gerçekleştirilen devrimlerin ve özellikle hukuk devriminin gayri resmi olarak “meşruiyet” temelini oluşturmuştur.
Varılan bu yargı kesinlikle abartılı değildir. Gerçekten, İzmir İktisat Kongresi, bir yandan tarım, orman, asayiş, ulaştırma, maliye ve vergi bankacılık, sigortacılık ve borsa, ticaret, sanayi ve gümrük, madenlerin işletilmesi, tarım, ticaret ve sanayi odalarının kurulması, işçi, işçilik ve işçi sendikaları, ekonomi, tarım, ticaret ve sanayi eğitimi ve öğretiminin artlarına ve imkânlarına göre temel esaslarını ve yönlerini belirlerken, öte yandan tüm bu faaliyetlerin içinde cereyan edeceği hukuk düzeninin temel esaslarını ve yönlerini belirlemeye çalışmış, dolayısıyla, en başta, “Ticaret kanunlarımıza nazaran hukuk-i medeniye ve ticariyemizin vikayesini amir mesail ve mevadın nazar-ı ihtimama alınmasını” emretmiştir.
Kendilerine “Amele namıyla hitap edilmekte olan kadın ve erkek erbab-ı say, yani “Emekçiler” , “işçi” sıfatını, ilk kez İzmir İktisat Kongresinde kazanmışlardır. Kongrede, emek değerli kılınmış, işçilere, sendika kurma hakkı tanınmış, asgari ücret esası, sekiz saatten fazla çalıştırılmama yasağı getirilmiş, kadın içiler ve çocuklar esirgenmiş, fazla mesai ve ücretli tatil hakkı kabul edilmiş ve 1 Mayısın “Türkiye İşçileri bayramı” ilan edilmiştir. Böylece, Türkiye İşçileri, emeğin temsilcisi olarak ilk kez İzmir İktisat Kongresinde ciddiye alınmış ve Türk toplum hayatında şerefli yerini almıştır
Kısacası, İzmir İktisat Kongresi, örtülü olarak, içinde o günün şartlarını karşılayan kendine özgü milli bir pazar ekonomisinin devindiği, egemenliğin veya hukukun kaynağını beşeri irade sayan bir hukuk düzenini oluşturma ihtiyacına, dolayısıyla cumhuriyetin ve bir hukuk devriminin zorunluluğuna işaret etmiştir.

Sonuç

İzmir İktisat Kongresi, Lozan barış görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir sırada, Ziraat, Sanayi, Ticaret ve İş hayatının temsilcilerinin, yani halkın gerçekleştirdiği “mesaj” içerikli, “resmi” olmayan “siyasi” bir faaliyettir.
Bu büyük kongrede, itçesine yapılan zalimane bir savaştan şerefle çıkan bir halkın, yani “yeni Türkiye’nin” savaşta oluşmuş bulunan ve barıştan sonra oluşacak olan “şekline” ve “içeriğine” işaret edilmiştir. Kısacası, tüm dünyaya, yeni Türkiye’nin, temsilcileri vasıtasıyla halkının yaptığı, uygarlıkta yeri olan bir “resmi” sunulmak istenmiştir. İzmir İktisat Kongresi, Türk toplumunun ekonomik, toplumsal, siyasi ve hukuki tüm temel düzenlerinin kaynağını “milli hâkimiyet” esasından, yani “beşeri iradeden” aldığına ve bu temel esasın mutlaklığına, vazgeçilmezliğine işaret etmiştir.
İzmir İktisat Kongresi'nde, ilk kez Milli devlet, Milli iktisat, Milli toplum, Milli hukuk düzenlerinin o günün şartlarına uyularak oluşturulması gereğine işaret edilmiştir. Ancak, kongrede, “millilik” ile “milliyetçilik” asla birbirine karıştırılmamış, dolayısıyla “Türkiye Devleti'ne” iddiaların tersine asla milliyetçilik değil ama sadece millilik yakıştırılmıştır.
Gerçekten, bu bağlamda olmak üzere, İzmir İktisat Kongresi kendine özgü bir pazar ekonomisi düzeninin oluşturulması zorunluluğunu ortaya koymuş ve bunun o günün ortamındaki şartlarına işaret etmiştir. İzmir İktisat Kongresi'nde, şartlar gereği olarak devletin de ekonomik hayatta yer almasına işaret edilmiş olmakla birlikte, faşizm ve Nazizm’e, salt liberalizme, sosyalizm veya komünizme itibar edilmemiştir.
İzmir İktisat Kongresi'nde, kimi zaman açık kimi zaman örtülü olarak, ” yeni düzeni “ kuracak, koruyacak ve geliştirecek ve bu düzenin cereyanına imkân verecek, teokrasiden arındırılmış, kaynağını beşeri iradede bulan ve milli toplum, milli devlet, milli iktisat gereklerini sağlayan yeni bir hukuk düzeninin oluşturulması zorunluluğuna işaret edilmiştir.
Böylece, İzmir İktisat Kongresi’nde, bir yandan temsilcileriyle barış masasına oturduğumuz uluslara muhteşem bir kurtuluş savaşı içinde doğan, gelişen, kökleşen ve tüm kurum ve kuruluşlarıyla biçimlenen bir ulusun ve onun egemen ifadesi olan devletin “kimliği” hakkında uyarılarda bulunulurken,  öte yandan ileride kurulacak olan “Cumhuriyet'in” ve yapılacak olan devrimlerin, özellikle Türk Hukuk Devrimi’nin “meşruiyet” temeli oluşturulmuştur.
Kısacası, İzmir İktisat Kongresi, sözünde saklı ilkeler bakımından, Türk ulusunun dünü, bugünü, aynı zamanda yarınıdır.

Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Fikri Temelleri Bölüm 1

Hiç yorum yok: