17 Kasım 2011 Perşembe

Felsefeye Adanmış Bir Hayat: AZİZ YARDIMLI

-Sevgili Hocam,Yaklaşık 20 yıldır sürdürdüğünüz felsefe çevirileri ve yazılarınız konusunda çeşitli eleştirilerle karşı karşıya kaldınız. Bir yandan yapıcı ve olumlu yanıtlar alırken, öte yandan sert bir kınama ile de karşılaştınız, ve giderek durumu neredeyse kişisel sorunlar olarak yaşadıklarını gösterenler oldu. Felsefenin anadilde yapılması gerektiğini düşünürsek, bu olumsuz tepkinin nedeni ne olabilir?


Ne yazık ki Türk tini henüz felsefesizdir. Bunun anlamı öz-bilincinden, kendi gerçekliğinin bilincinden yoksun olması, henüz dingin kavramsal düşünme açısından yetersiz olmasıdır. Biraz kafa yorarsak, yeni öz-bilincin şimdiki bilinçsizlik karşısında bütünsel bir dönüşüm, tam bir yenilenme ve eskimiş olanın bütünüyle bir yana atılması anlamına geleceğini görebiliriz. Türkiye’de Felsefi sürece baktığımızda, eski olan dönüştürücü değil, ‘kendisi’ dönüşen bir ön-evre değil, aslında bir ‘evre’ bile değil, ama tam bir içeriksizlik, bütünüyle soyut bir hiçlik olduğunu düşünmeden edemeyiz ve üzülürüz. Bu noktadan felsefe ve dil ilişkisine geçersek, yürürlükteki bilinçsizlikte direten bakış açısının kendi anadiline yaklaşımı da tutucu olacak ve dilin ussal estetiğine karşı usdışı estetik-olmayan tepkiler sergileyecektir. Böyle tepkiler sözcüğün anlamıyla ilgili olmadıkları, sözcüğün yanlış olmasına değil ama yalnızca arı olmasına direndikleri ölçüde ister istemez yalnızca yüzeysel olurlar, yalnızca yeni olan karşısında duyulan bir tür şaşkınlığa ve bocalamaya anlatım verirler. Bu düzeye dek zararsız, çünkü etkisizdirler. Ve bu düzeye dek onlarla ilgilenmek bile gereksizdir. Felsefi gelişimde özsel olan Kavramdır, ve düşünen bilinç birkaç yeni sözcük karşısında bir sorun yaşadığı sanısına kapılmaz. Aslında, tam tersine, sözcük Kavramı ne denli doğrudan ve duru bir yolda iletirse, anlama da o denli duru ve doğru olur. Buna karşı yabancı sözcük çoğu kez Anlam ve Kavram arasında bir ayrılık yaratır. Bu durum felsefede yeni olanlar için ciddi sorunun, asıl sorunun kaynağıdır ve bir kural olarak felsefenin bir dil sorunu olarak yaşanmasına, giderek çözümün “felsefe sözlükleri”nde aranmasına götürür. Doğal bilincimiz doğallıkla yabancı sözcüklerin arkasında öcülerin yattığını düşünür; buna karşı arı sözcük düşünceyi böyle semantik kafa karışıklığından kurtarır ve Kavram ile, diyalektik ile ilgilenmeye yöneltir. Ama ister yeni ister eski sözcük kullanılsın, önemli olan Kavramın anlatılmasıdır.

Ek olarak, gerçek ANLAMA dilde gerçek GÜZELLİK ile birlikte gider. Türkçe’nin arılığı ondaki ses uyumunun kendini sergilemesi demektir ve gerçekten de yabancı ve ses-uyumsuz sözcüklerden arınmış bir yazının bir bakıma duyusal bir değeri vardır, kırma bir dil kullanımının ayrımsamadığı, algılamadığı güzel biçim öğesini ışığa çıkarır. Uyum güzel biçimin bir bileşenidir. Arı dile tepkinin her durumda Usa da tepki gösteren bilgisiz görgücü-göreci bakış açılarından geldiğine dikkat edersek, Güzelliğe tepkinin Gerçekliğe tepki ile koşut(paralel) gittiğini kabul etmek zorunda kalırız.


- Öz-Türkçe kullanımına değindikten sonra, insanların felsefeyi anlaşılmaz soyutlamacılık olarak görmelerini, insanların değersizleşmesi mi yoksa felsefenin sözde felsefeciler tarafından değersizleştirilmesi mi olarak görüyorsunuz? Felsefe üzerine ‘boşinançların’ ortadan kaldırılması için neler yapılabilir?


Felsefe kavramı Felesefenin tasarımlarından, onun kötü biçimlerinden ayırdedilmelidir. Heidegger, Hume, Sartre, Derrida, Popper gibi klasik tinden açıkça kopma savındaki düşünürleri Platon, Hegel, Farabi, Parmenides, Descartes, Herakleitos gibi klasik felsefecilerin, kavramsal düşünceye, diyalektiğe bağlı gerçek felsfecilerin yanına koyamayız. Ve eğer modern dönemde felsefenin değersizleşmesinden, saygınlığını yitirmesinden söz edeceksek, bu düşüşü hangi kümeye bağlamamız gerektiği açıktır. Son yüzyılın başat ‘felsefelerinin’ olgucu, görgücü, kuşkucu vb. dizgeler olduklarını göz önüne alırsak, aslında bunları gerçekliği bir dil sorunu olarak gören “anlaşılmaz soyutlamacılık” olarak, giderek değersiz olarak görme tutumuna katılmamız gerekir, ama tek bir noktayı ekleyerek: Bu usdışı çözümlemeler içinde üretildikleri kendileri anlaşılmaz-soyut tinsel ortamların öz-çözümlemeleridirler ve bu anlamda olumsuz bir değerleri vardır. Nihilizm ve pozitivizm birkaç düşünürün buluşu değil, ama modern Batı ekininin kendi durumunun kavramsal bir sergilenişidir. Değerlerini yitirmiş bir tinin öz-bilinci de değersiz olmalıdır.

Boş-felsefeler insanın değersiz, önemsiz, küçük bir varlık olduğunu ileri sürerler, çünkü kendi üretebildikleri ve ulaşabildikleri belirlenimler ile sınırlıdırlar: Kuşkucu bir bilgisizlik, göreli bir moral, ve evrensel güzel biçimin yadsınması. Vakar, onur, güzellik, gerçeklik, özgürlük değerlerine ulaşamayan felsefesiz bilinç bu ‘sözcükleri’ anlamsız bulur. Çünkü insan doğasının böyle özsel değerlerine ulaşmak onları doğrulamakla, onları yaşamakla birdir. Batı genel olarak bu değerlerin karşıtlarını yaşar. Ve bu tinin bir bileşeni olmayı yeğleyen modern düşünce felsefe üzerine doğallıkla yalnızca değersiz, anlamsız “boşinançlar” üretir.


- Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar açısından, Türkiye’de felsefenin şansı nedir? İnsanlara buradan felsefenin amaçları adına ne gibi mesajlar iletebilirsiniz?



Türk tini yerelliğini aşma, gelenekseli terketme sürecindedir. Bunun anlamı bir SANI bilincini yaşıyor olması, bugün doğru dediğini yarın yalanlaması, bugün olduğu şeye yarın sırtını dönmesi, bu süreçte hiçbir zaman sağlam, dayanıklı, gerçek bir zeminde olmamasıdır. Dönüşüm dinginliğin tam yokluğu değil midir? Bu süreçte erek “Batılı” görünüşünü kazanmak, kendini yalancı ölçünlere uyarlayarak bir eşlemin eşlemi olmak değildir. Aslında bu olanaksızdır, çünkü modern Batı tininin özsel belirlenimi olan akademik, etik ve estetik nihilizm (ya da dilersek, pozitivizm) kendi kavramı gereği örnek alınacak ölçünler sağlayamaz, görelidir, değişkendir, tikeldir - saltık, kalıcı, evrensel değil. İnsan doğası ideal olanı hedefler, çünkü bir doğadır, özdür, ve Türk tininin önünde onu usdışı modern belirlenimleri üstlenmeye zorlayacak hiçbir iç ve hiçbir dış etmen yoktur. Bu özgürlük zemininde, Türkiye’de yalnızca felsefenin ve bilimin değil, ama güzel sanatların ve moral ölçünlerin de yükselmeleri ve gelişmeleri salt bir zaman sorunudur. Ve bu sürece girmek için yapılacak tek şey Usun önünü açmak, kendini kendi enerjisini kendi içinden üreten özgür düşüncenin açınımına bırakmaktır: Düşünce kendi doğası gereği Gerçek, İyi ve Güzel olana doğru devimdir. Ve bu değerler evrenseldir, şu ya da bu tikel ekine özgü değildir.


- Felsefe ve popüler ekin(kültür) karşıtlığı sürekli tartışılan bir konudur. Felsefenin dilinin çok ağır olarak kendini halktan bilerek yalıttığı gibi suçlamalar sürekli gündemdir. Sizce gerçek felsefecinin bu konuda alması gereken tavır nedir?


Önemli olan şey bir toplumun kendini gerçek değerlere, ilkelere, ölçünlere doğru eğitmesidir. Ussalcılık usu evrensel bir veri ve iyelik olarak, ve halkı eğitime yetenekli olarak, kendini öz-bilinçli insanlığa yükselmeye yetenekli Tin olarak görür. Us her bir bireyde sonsuz açınıma yetenekli bir gizilliktir. Ama insanın bu sonsuz gelişim yeteneğini yadsıyan pozitivist-nihilist bakış açısı ise halkı eğitilemez ayaktakımı olarak (Voltaire; Aydınlanma), önderlere gereksinen kitleler ve denetlenecek yığınlar olarak (İdeoloji), ve en çılgın nihilistik girişimlerinde üst-insanlara güdümlü bir sürü olarak görür. Buna karşı, klasik felsefenin bakış açısından insanlığın belirlenimi insanın Tarihte yaşadığı sefil sonlu biçimlerin ötesinde ve üstünde, ulusal, etnik, dinsel, sınıfsal vb. ayrımların ötesinde ve üstünde, bu postmodern yalancı, geçici türlülüğün ötesinde ve üstündedir. İnsan gerçeklik, iyilik ve güzellik boyutlarında bilgili, özgür, güzel olma, kendi ile uyumlu olma yeteneğindedir. Bu öznel bir dilek, eğilim, düşlem değil ama insanı ussal bir varlık olarak gören bakış açısının ussal vargısıdır. Ve bildiğimiz gibi, ussal olanın doğası kendini edimselleştirmektir. Buna karşı, yine kolayca görüleceği gibi, sonlu göreci bakış açıları insanlık için sürekli bir çatışma, sonu gelmez bir kavga ve giderek savaş durumunun öz-bilincini formüle ederler.

Modernlik kavramı geçiciliği, yiticiliği, sonluluğu vurgular. Bu gerçekten de kendi asıl doğasıdır. Ama evrensel, kalıcı, ussal insan doğası böyle modernlik gibi sonlu belirlenimlere tutsak edilemez. Modernliğe özsel olarak bağlı olan nihilizm açıkça geçiciliğin, hiçliğin bir başka adıdır. İdeal olana, gerçek ve güzel ve iyi olana anlatım veren Klasik Tin salt bu nedenle Modernist tinin tüm saldırısının vurmayı amaçladığı hedeftir.


- Ve son olarak; Türkiye’de felsefenin gelişimi için çaba gösteren biri olarak konu ile ilgili ne gibi önerilerde bulunursunuz?


Felsefede, Güzel Sanatlarda ve Duyunçta tam bir özgürlük olanağı içinde olmalarına karşın, ve tüm bu gerçek insanlık belirlenimlerinde sınırsız bir gelişimin önünde hiçbir engel ile karşılaşmamalarına karşın, Cumhuriyet kuşakları bugüne dek yalnızca bu eşsiz olanağın bilincinden yoksun olduklarını tanıtladılar. Sonuç Sanat, Felsefe ve Duyunç alanlarında tam bir kısırlık, sıradanlık ve giderek yozlaşma oldu. Us böyle düşüklükleri, değersizlikleri kabul edemez, yeter ki kendi öz-bilincini kazanmanın gereğini anlasın ve yerine getirsin. Yerleşik tutucu ekin hiçbir zaman bu özgürleşmeyi durduracak denli güçlü olmadı. Ama Türkiye’de bugün de dinamik bir atılımın yokluğu kendini Dünya Tarihinin geçici herşeyi dönüştüren ussal akışı ile ilişkilendirmedeki yeteneksizliğe, yerellikten, sonlu olandan vazgeçerek kendini Tinin evrensel eğitiminin asıl kaynaklarına bağlamada gösterilen çekingenliğe bağlıdır. Bu açılımın kazanılması için başlıca güç düşüncedir ve Güzellik ve Duyunç (Türe, Özgürlük) boyutlarında da yükselme ilkin düşüncenin kendi özgürlüğünün bilincini kazanmasına bağlıdır. Bunun yolu yalnızca ve yalnızca Felsefeden geçer. Bu güç gerçekte Usun öz-bilincini sergileyen Felsefe Tarihinin kendisidir, kendini orada açındırmış ve edimselleştirmiştir, ve göreli, yerel, sonlu değil, ama saltık, evrensel ve sonsuzdur. Kendimizi gelişmekte olan Dünya Tarihinin akışına bağlayabilmek, bu Tarihte olan biteni ayrımsamakla, anlamakla birdir. Ve anlama özsel olarak usun bir işlevi olduğu için, felsefesiz kalmada diretmek, bugüne dek olduğu gibi anlamama tutumunda diretmek tarih-dışı, gelişim-dışı, önemsiz, ilgisiz bir tin olarak varolmayı sürdürmek olacaktır. Kendi üzerinde kuluçkaya yatmış tanınmayan, sayılmayan bir halk olarak kalmayı sürdürmek olacaktır. Dünya-Tarihsel bir gereksizlik olacaktır.

Aziz Yardımlı,
2004, Ocak
İdea Yayınevi
aziz@ideayayinevi.com
Söyleşiyi Yapan : Felsefeci