Nietzsche'nin Yaşama Felsefesi
Nermi Uygur ”Güneşle” - Denemeler- Yapı Kredi Yayınları 3. Baskı
(Yapı Kredi’de 1.Baskı) Temmuz 1997, İstanbul, s:285
1
Bu yazıda kendime verdiğim ödev şu: Friedrich Nietzsche'nin yaşama felsefesine
ilişkin birkaç önemli yönü açıklayacağım. Bu sınırlama, okuyucularımın yazıdan
neyi beklemeye hakkı olduğunu, neyi de beklememesi gerektiğini belirtiyor:
Nietzsche'nin yaşama felsefesini bütün girdi-çıktısıyla göz önüne serecek
değilim burada. Böylesine geniş bir işlem amacımın dışında kalıyor. Bunun
birçok nedeni var. Ama hepsini saymasam da olur. Bir ikisine dokunsam yeter
sanıyorum. Biri şu: yazının yayılma oylumunu alabildiğine geniş tutamayacağım.
Bir de şunu söyleyeyim: Nietzsche'nin yaşama felsefesi düşünme dünyasının
tümüyle örtüşür. "Nietzsche'nin yaşama felsefesi" deyimi "Nietzsche'nin
felsefesi" deyimiyle anlamdaştır çünkü. "Yaşama" sözü bu
felsefenin her yerine sinmiştir, her yanını içten belirler. Nietzsche
felsefesinin
ana kavramıdır "yaşama". Filozof Nietzsche
yaşama filozofudur. Yine de "Nietzsche'nin felsefesi" yerine
"Nietzsche'nin yaşama felsefesi" dediğimizde, nesnel bakımdan bu
özelliğin altını çizmiş, öznel bakımdan da, bu felsefeyi öğrenmek istediğimizde
dikkatimizi en çok hangi kavramda yoğunlaştırmamız gerektiğini açığa koymuş
oluruz. Onun için bu yazıdan "Nietzsche'nin felsefesi", başka türlü
denildiğinde, "Nietzsche'nin yaşama felsefesi" üzerinde tam bir
aydınlanma beklenmemelidir; tam bir aydınlanma beklemek boşuna bir bekleyiş olur.
Buna karşılık Nietzsche'nin "yaşama" kavramına ilişkin bazı önemli
yönleri aydınlatmak ödevidir bu yazının. Yalnız bu yönler "önemli"
yönler olduğundan, bitimde; Nietzsche felsefesinin tümü oldukça doyurucu bir
aydınlığa bürünecektir kanısındayım.
2
Genelliklerden, ortalama belirtmelerden, kuşbakışlarından sakınacağım bu
denemede. Açıklamalarımı kesitlere bölerek, her kesit için gerektiğinde
Nietzsche' den belgeler göstererek, yani Nietzsche'nin kendisini konuşturarak
temellendirmek dileğindeyim. Ama Nietzsche'ye böylesine bir yaklaşmanın da bazı
güçlüklerle karşılaşacağını gecikmeden söylemek zorundayım. - Bunları örtbas
etmek istemediğimizde birkaç belli başlı kökten çıktıklarını görürüz.
İlkin, Nietzsche'nin yaşama felsefesi düpedüz bir filozofun değil, bir
ozanın da yapıtıdır. Nietzsche bir
ozan-filozoftur. Bu, yapıtlarını
biçimde olduğu kadar içerek bakımından da yoğurur. Genel olarak felsefeye özgü
bir bilgi-sunma, kavramsal çatılı bilgiler öğretme biçemine yer yoktur çoğun
yazılarında. Nietzsche bir aforizma yazarıdır. Özsözlerle konuşur. Birbirinden
bağımsız tek tek tümceler, ya da kafaya çivi gibi saplanan kısa kısa tümce
öbekleri ortaya koyar. Bazen da, birçok can alıcı durumda dizelerle dışlaştırır
yaşama görüşlerini. Alman dilinin büyük ustalarındandır. Bu arada sık sık, söz-sanatlarından
yararlanır. (Klasik filoloji okumuş, bir süre de okutmuştur; pek çok klasik
filolog gibi, güzel konuşma 'becerisi arada bir aksar gibi görünse de,
kuvvetlidir.) Bu dış içe uygun Nietzsche' de. Serinkanlı, mantıkça düzenlenmiş
düşünme kımıldanışlarından çok, duygusal bir iklimde, tutkular, dilekler,
özlemler, yermeler, övmeler doğrultusunda düşünür Nietzsche. Düşüncelerini
yaşantılarından devşirir: Yaşamasının olanca iniş-çıkışı, acı alınyazısı, son on
biri akıl hastalığıyla geçen 56 yılının sevgileri, dargınlıkları, yurt dışında
dolaşmalar, öfkeleri, bedence hastalıkları yansır düşüncelerinde. İşte hem dile
getirilişi hem de dile getirdikleri bakımından, Nietzsche'nin düşüncelerini
toptan özetlemek boşuna bir uğraştır, saçmadır. Ondan, Nietzsche'nin yaratma
dünyasına bölük bölük sokulmak, yavaş bir inceleme temposu izleyerek,
Nietzsche'yi her kez ayrımları gözden yitirmeksizin derinliğine kavramayı
denemek gerekir.
Bir de şunu diyeceğim. Nietzsche'nin felsefesi uzun bir
gelişme gösterir.
Aynı kalmayış, sürekli bir değişme, hep başka oluş bu felsefenin yasasıdır.
Çatışmalar, gerilimler, karşıtlıklar yönünden pek zengindir bu felsefe. İşte
bundan tümü kavramak, hele bu tümü sözüm ona düzenleyerek bir çerçevede kapamak
yanlıştır. Nietzsche'nin felsefesini yalınlaştırmak, bu kendine özgün felsefeyi
bozar, çarpıtır. Bunun için Nietzsche'deki gerilimleri yumuşatmaya
kalkışmayacağım burada. Ancak, Nietzsche'deki gelişmeye yakından bakıldığında,
bunun, tutarsızlıkların ötesinde bir gelişme olduğu yadsınamaz. Nietzsche
çelişmeli bir kafa değildir: şimdi doğru diye öne sürdüğünü, azıcık sonra
yanlış diye öne sürmez.
Düşüncelerindeki gelişme araştırma çabasındaki uzanıştan ötürüdür. Demek ki,
Nietzsche'yi anlamak, bu uzanışı gizli kımıldanışlarıyla yakalamayı koşul
tutar. Böylesine bir anlamayı, genel izlenimlere göre değil, Nietzsche'deki bin
bir ayrımın hakkını vererek gerçekleştirmek gerekir.
Benim şimdi burada yapacağım, sözünü ettiğim bu sınırlı programı, bu
programla bağdaştığını umduğum bir yöntemle uygulamaktır. Daha baştan şunu da
belirteyim: Nietzsche'nin yaşama görüşlerini ille de benimsetmek amacını
gütmüyorum. Nietzsche'nin sözcüsü
değilim çünkü. Nietzsche'nin yaşama
görüşlerinin hepsine katılmıyorum ki. (Yeri geldiğinde bunların hangi görüşler
olduğunu söyleyeceğim.) Amacım, Nietzsche'nin yaşama felsefesini elden
geldiğince doğru anlamak. Bundan, zaman zaman Nietzsche'yi, asıl Nietzsche'yi,
özellikle yanlış anlaşıldığı yerlerde savunmak zorundayım. Kuşku yok ki biz Yirminci
Yüzyılımızda, bir bakıma Nietzsche'nin yarattığı bir havada, bir kültür
havasında yaşıyoruz. Kendi zamanına "aykırı" olan Nietzsche bizimle
kafadaş. O, gelecek için yazmıştı. İşte Nietzsche'nin geleceği bizim bugünümüz.
Nietzsche bizimle çağdaş.
"Yapıtımın
zamanı var - hem ben çağımın
kendi ödevi
diye çözmek zorunda olduğu şeyle hiç mi hiç karıştırılmak istemiyorum.
Benimle
yapılanın ne olduğunu görebilmek için, ancak elli yıl sona belki birkaç
kişi gözünü açabilecek ama şimdi doğrunun pek çok
gerisinde kalmaksızın halk
önünde benden söz açmak ('perspektif' yasaları uyarınca) yalnız zor değil,
büsbütün olanaksız bir şey de": 1884 yılının mayısında böyle yazmıştı
Nietzsche Venedik’ten
yazdığı tamı tamına
çıktı. (Gerçekten de, Nietzsche'yi çağdaşımız kılmada büyük emeği geçen C. G.
Jung, Jaspers ve Heidegger gibi düşünürler ilk çalışmalarını 1935/36 yıllarında
kaleme almışlardır.) İkinci Dünya Savaşından hemen sonra sözün her anlamında
hızla moda olmaya başlayan "varoluşçu" ("existentialiste")
felsefelerin nerdeyse hepsi Nietzsche'yi önder alır kendine. Nietzsche'nin
geniş ve derin etkisini birkaç on yıl önce bazı totaliter devlet yöneticileri
bile sömürmeye kalkışmıştır. Bu arada her yanda sık sık yanlış anlaşıldı
Nietzsche. Suç -suçsa bu- biraz da kendisinin ya: çetin bir felsefe yazarı ne
de olsa. Zerdüşt'ünün, en çok sarıldığı düşüncelerine aracılık eden bu felsefe
kahramanının bir dans türküsünde söyledikleri Nietzsche'nin tümüyle düşünce
dünyası için geçmekte: "Kesinlikle bir ormanım ben, karanlık ağaçlardan
bir gece..." Yalnız, Zerdüşt başka bir şey de ekliyor bu sözlerine:
"... Ama kim benim karanlığımdan korkmazsa, o, servilerimin altında süren
güller de bulur" (75, s. 116). İşte bu güllerin olduğu yerleri bir bir
bakışa açmak istiyorum şimdi.[*]
3
İlkin Nietzsche'nin "yaşama" ile ilgi bir temel görüşünü
belirtmeliyiz. Yaşama deyince Nietzsche, sözün her bildiriminde insanın, tek
tek insanların, bizim her birimizin, hepimizin, insanlığın yaşamasını anlar. Bu
bir temel görüştür, çünkü baştan sona Nietzsche hep bu görüşe bağlı kalmıştır;
bu görüş yaşamaya ilişkin bütün görüşlerini taşır. Ona göre, sözün tam
anlamında yaşayan, bir yaşaması olan, "yaşıyor" diyebileceğimiz
biricik varlık insandır. Yaşama insanın özelliğidir. Yaşama ile insan aynı
şeydir.
İnsanın var olması yaşamasıdır. ("Varoluş",
"yaşam", "insan yaşaması" -"Dasein",
"Leben", "Menschenleben" - sözleri anlamdaştır
Nietzsche'de; birini öbürünün yerine kullanmak anlamca bir şeyi değiştirmez.)
Nietzsche yaşama sözünü insandan başka varlıklar için, canlılar için de
kullanır. Ancak, bunu yaptığında yaşamanın neye ilişkin olduğunu, sözgelimi
hayvanların, ya da organizmaların yaşamasından söz açmakta olduğunu ayrıca
belirtir.
Nietzsche'nin bu tutumunu hiçbirimiz yadırgamayız bugün. Bu tutum kendiliğinden
anlaşılır bir şeymiş gibi gelir bize. Yaşama deyince, biz de ilkin temel olarak
canlıları değil, birer birey olarak kendimizi düşünürüz. Ama şaşılacak bir yönü
var bu düşünüşün. Aslında bu, çokça Nietzsche'nin sağladığı bir düşünme
alışkanlığıdır bize. Oldum olası "yaşama" kavramı ile önce canlılar,
sonra da bir canlı türü olan, canlı dünyasının bir bölgeciği olan insan
anlaşılırdı. İnsan yaşaması gerçi eskiden beri ozanların, biyografların,
hekimlerin uğraşısıydı. Ama bilim ve edebiyatın ötesine geçip kavram
anlamlarını felsefece temellendirmeye kalkışınca, genellikle canlının yaşaması,
canlı açısından yaşama düşünmenin ağırlığı yapılıyordu. İşte buradaki büyük
devrim (bu gerçekten bir düşünme devrimidir) Nietzsche'nin başarısı. Çekinmeden
söyleyebiliriz: bir yaşaması olduğunu, bu apaçık olayı, Batı insanı Nietzsche
ile bulup ortaya çıkarmıştır. Böylece yaşama kavramı belirgin bir boyut
kazanmış olur. Bir yönüyle Nietzsche'den gelen bir Alman düşünürünün, M.
Scheler'in yerinde bir deyişiyle, Nietzsche yaşama sözüne bir "altın
parıltısı" getirmiştir
(Vom Umsturz der Werte, ["Değerlerin
Devrilmesi"), s. 314). Bu anlamıyla "yaşama" kuramda da
uygulamada da çağımızın baş sözlerinden biri olmuştur.
4
Yaşama sözcüğünde dile gelen olayların bir özelliği, yaşamanın, Nietzsche'ye
göre,
somut bir olay olmasıdır. Bu da besbelli. İnsan yaşaması, insana
bildik, en bildik, elle tutulabilen, "işte bu" diye gösterilebilen
bir var-oluştur. Genellikle 'canlı-olma'dan bazı niteliklerin soyutlanmasıyla
elde edilmez. İnsan yaşaması başlı başına bir büyüklüktür, doğrudan doğruya
verilir, başka hiçbir şeye, örneğin canlı olmaya indirgenemez. Bunun en
belirgin tanıklarından biri, Nietzsche'nin sık sık yaşama ile konuşmasıdır.
Yaşamaya bir kişiymiş gibi bakar Nietzsche; Zerdüşt bir yerde şöyle seslenir
yaşamaya: "Geçende gözlerine baktım, ey Yaşama" (75, s. 116). Bu
seslenişi salt ozanca bir coşkuyla açıklamak Nietzsche'nin tutumunu zedeler
sanıyorum. Zerdüşt’ün yaşamayla konuşmasını, yaşamanın kendisini bir tasarım,
bir "idea", soyut bir kavram diye tanımaya karşı protesto olarak
yorumlamak gerekir. Yoksa, Nietzsche'nin asıl yapmak istediğini anlayamayız.
İşte yaşamanın bu somut oluşu geleneksel düşünüşün karşısına bir yenilik olarak
çıkar.
Ama yaşamayı somut bir varlık olarak belirlemekle Nietzsche, yaşama
olaylarını yalınlaştırmaya, tekdüzeleştirmeye, daraltmaya kalkışmaz hiçbir
zaman. Tam tersine, asıl somut olanı soyutlamalara geri götürmek, o şeyin
gerçekteki varlığını kısmaktır. Somut yaşama, Nietzsche'ye göre, başı sonu olmayan,
dibine inilemeyen, her bakımdan çokçu ve sınırsız, karmaşık ve uçsuz bucaksız
bir olaylar tümü, bir değişiklikler panayırıdır. Yaşamanın gözlerine baktığında
Zerdüşt: "Pek derin olana batmışım gibi geldi bana" der. Nietzsche
sık sık "yaşama sürecinden" ("Lebensprozess"ten),
"yaşamadaki evrelerden" ("Lebensperioden" dan) söz eder.
Yaşamadaki değişişler özüne ilişkindir yaşamanın. Yaşamaya kaskatı, olmuş
bitmiş, kesinlikle sınırlanmış, çerçevesi çizilmiş bir yapı gözüyle bakan
filozoflar yanılıyorlar Nietzsche'ye göre. Yaşamaya mantık adına
"değişmez" damgasını vurmak, yaşamayı bir "kendinden şey"
(bir "Ding an sich") yapma isteğinden ileri gelir. Ama bu yaşama
gerçekliğine aykırı düşer. Aslında yaşama "'yavaş yavaş oluşmuştur, hatta
hep bir oluşma içindedir" (72, 1, s. 29); bu oluşmada yaşamanın
sonsuz
olanakları kendini gösterir. Yaşama inişleri çıkışları, yükselme ve
düşüşleri olan, birbirinden ötede basamakları, çağları olan bir gelişmedir.
Çocukluğundan beri beslendiği musikiden aldığı bir benzetmeyle Nietzsche, bir
özdeyişinde yaşamayı şöyle açıklar: "Yaşama pek büyük bir önem ve değeri
olan az rastlanır tek tek anlar ile, olsa olsa o anlara ilişkin gölge hayallerin
dolayımızda titreştiği sayısız tek tek aradan (interval'lerden) meydana
gelir" (72, I, s. 329).
İşte böyle bir yaşama oluşumu çeşitliliklerin barınağıdır. Bu bakımdan
yaşamanın tüm görünüşü bolluktur; yoksulluğu dışta bırakır. Her şeyden önce,
bu, kapsadığı
karşıtlıklardan ileri gelir. Gerçi yaşama acı, sıkıntı,
darlık ve engellerle örülmüştür. Ama yaşamanın yalnız bir yönüdür bu. Öbür
yönüyle yaşama bir doymuşluk, bir mutluluk ortamıdır. Yaşamayı belirlemek üzere
Nietzsche “tiksinme” ("Überdruss") ve "bataklık"
("Sumpf") sözlerine başvurduğu gibi, hep bu aynı yaşamayı bir
"bayram" ("Fest"), bir "haz pınarı" ("Born
der Lust") diye de adlandırır. Ne var ki bu karşıt belirlenimler
Nietzsche'nin düşünme tutumundaki çelişmeli bir işleyişten çok -Nietzsche'nin
gözüyle bakıldığında- yaşamanın gerçekteki yapısında, bu yapının nesnel
kuruluşunda temellenir. Şunu da unutmamalı: bu karşıt belirlenimlerden bir
tekini saltlaştıramayız; örneğin Nietzsche'nin yaşama anlayışını karamsarlık,
ya da iyimserlikle damgalayamayız. Nietzsche aslında bu çeşit damgalamaların ötesindedir.
Hiç olmazsa amacı budur. Yorumlamayı denediğim yaşama görüşlerinde, Nietzsche, bin
bir yaşama olayını bir kuram ‘izm'inde kırpıp katıca kalıplaştırmaktan çok,
gerçekteki durumuyla betimlemeye yönelmiştir. Şurada burada yapıldığı gibi bu
yönelişi unutmak, Nietzsche'nin görüşlerini sakatlar.
5
Karmaşık yapısı olan yaşamanın özü nedir? Bu yaşamanın ayrı ayrı
görünümlerini bir arada tutan, bunları tüm yaşamada bir araya bağlayan,
yaşamayı yaşama kılan baş-nitelik nedir? Düşünme dünyasına şöyle bir göz atıldığında
sormadan edemeyeceğimiz bu soruya Nietzsche'nin verdiği karşılık, düşünmesinin
kılavuz sözlerinden biri olan "güç istenci" ("Wille zur
Macht": kudret iradesi) sözünde dile gelir. Bu söz, Nietzsche' deki bütün
yaşama ) görüşlerinin çıkıp anlam kazandığı kaynaktır. Ondan bu sözle,
Nietzsche' den sonra değişik bağlamlar içinde kullanıla kullanıla koflaşmaya
yüz tutan bu önemli kavramla, Nietzsche'nin ne söylediğini iyice aydınlatmamız
gerekiyor şimdi.
Güç istenci, Nietzsche için, yaşamanın kendisidir; yaşamadan, hiçbir
yaşamadan ayrılamaz, yaşamayla birlikte gider. Nietzsche bıkmak nedir bilmeden
hep bu özelliğin altını çizmiştir: "Nerde canlı bir şey bulduysam, orda
güç istençleri de buldum; hizmet edenin istencinde bile efendi olma istenci
buldum" (75, s. 124). Böylece Nietzsche açısından bakıldığında, tümüyle
canlılar evreni, insan yaşamasının öz belirlenimleriyle bezenir. Efendi olma,
üste çıkma, güçlü olma, - bu tüm insana özgü yaşama görünümlerini genellikle
canlıya
aktarır Nietzsche. Hatta daha ileri gidip baştan aşağı evreni
bir güç istenci olarak yorumlamaktan çekinmez. Bölük-pörçük bir yazısında şöyle
der nitekim: "Bana göre 'dünya'nın ne olduğunu biliyor musunuz? Size
dünyayı aynamda göstereyim mi? Bu dünya: kuvvetten bir dev, başsız, sonsuz,
sağlam, tunçtan bir kuvvet büyüklüğüdür..." (78, s. 696). "Kuvvet ve
kuvvet dalgalarının oyunu": işte insan yaşaması, işte canlının alanı, işte
dünya. Acaba -cansızıyla birlikte--- tüm evren güç istenci ile aynı şey midir?
Güç istencini işin içine katmamamız gereken varlık bölgeleri yok mu? İnsan için
geçtiği öne sürülen bir belirlenimi, insan yaşamalarının ötesine de yaymak
doğru mu? Bu soruları deşmiyorum burada. Şunu söylemekle yetineceğim: Nietzsche
gibi keskin bir düşünürün, zaman zaman kendini eleştirerek düşünen bir
doğrucunun, doğruluğuna her inandığı görüşü, yaşantısıyla denetleyemeyeceği
bölgelere öyle kolay kolay yaymayacağını gözden yitirmemeliyiz. Bana kalırsa,
Nietzsche'nin görünüşteki aşırılığında, asıl savını, bu savdaki yeniliği
benimsetme dileğini aramalıyız. Güç istenci deyimiyle Nietzsche'nin bulup
ortaya çıkardığı gerçek, ancak bu buluştaki yenilik belirtildiğinde
açıklanabilir.
Hem çağının hem de boydan boya Batı düşünme geleneğinin kuralı
diyebileceğimiz bir yaşama yorumuna amansız bir karşı koyuş, klasikleşmiş bir
inanışı sarsma, bu sarsılan inanışın yerine doğru bir bilgiyi kökleştirme
çabası özetlenmiştir Nietzsche'nin güç istenci deyiminde. Nietzsche'ye göre:
biryandan klasik felsefe, öte yandan da modern bilim, fizik ve biyoloji
bilimleri var olmaya, yaşamaya ilişkin bir temel sanının sözcülüğünü eder
elbirliğiyle. Bu sanı uyarınca canlının baş erdemi özünü korumaktır, düpedüz var
olmayı istemektir, canlı kalmaktır.
Öz korunumu ("Selbsterhaltung")
en aşağı organizmadan insana değin her canlının içgüdüsüdür. Canlıda ne varsa
hep bu öz-korunumunun türlü türlü dışlaşmasıdır, öz-korunumu içindir. Organizma
olanca gücünü, yaşamasının sürüp gitmesinde yoğunlaştırır. Öz-korunumsuz bir
canlı tasarlanamaz. Yaşamayı kendisi kılan daha başka bir ilke de yoktur.
Nietzsche'nin yerici bir sözüyle öz-korunumu klasik düşünüşün
"dogma"sıdır.
Nietzsche’nin bu savları tarih gerçekliğine oldukça uyuyor. Klasik
felsefenin ünlü kafaları, bu arada Nietzsche'nin örnek diye andığı Spinoza ile
Spencer, öz-korunumunu felsefelerinin ana kavramı yapmışlardır. Her ikisi de
yaşamayı öz-korunumu ile tanımlar. Bilimlere gelince, Nietzsche'nin içinde
düşünüp yarattığı çağın en yetkili bilim adamları, özellikle büyük etkili doğa
araştırıcısı Darwin öz-korunumu kavramını bilimin kilit taşı yapmıştır.
Darwin'e göre, hangi türden olursa olsun canlının var olması çevresine uymaya,
dolayındaki yaşama koşulları altında ezilmemeye, bu koşulları varoluşu ayakta
tutmak için kullanmaya dayanır. Canlı, arada pek bir ayırma gözetmediğine göre,
insan, varlığının sürümü için didinip durur; zorunludur bu: varoluşun yasası
"yaşama kavgası"dır ("struggle for life"). Yaşayan
yaşadıkça kendi yaşamasından başka bir şey istemez; atılışlar düpedüz yaşamak
içindir; yaşamak bir içgüdüdür: doğadaki engelleri yendi mi atılışı durur bu
içgüdünün.
İşte bütün bu görüşler, Nietzsche'ye göre baştan aşağı yanlıştır. Hiçbiri
doğru bir gözleme, sağlam bir yaşantıya, tam bir nesne saygısına dayanmaz. Kimi
(Spinoza' da olduğu gibi) zararsız-tutkusuz, kımıldanışı sevmeyen, dünyadan el
etek çekmiş, ancak böyle yaşayabilen bir "veremlinin" yaşama
duygusunu dile getirir (74, s. 247, 66; 76, s. 35 v.ö.). Kimi (Spencer'de
olduğu gibi) miskin, ülküsüz, aktarca bir gönlün dışlaşmasıdır (78, s. 260,
633). Kimi de (Darwin'de olduğu gibi) yanlış saplantılar dolu, tek yanlı,
yaşamanın asıl özelliğini unutan, gerçekliği iri varsayımlara kurban eden,
gerçekleştirilebilecek güçlerin en azıyla yaşamayı öğütlediği için
"aptallığın en çoğuyla" yoğrulan, bunun için de yaşamanın özüne kör olan
bir bakışın ürünüdür (76, s. 21, 83, 159). Spinoza'nın yaşama. anlayışını
eleştirirken bir yerde şöyle diyor Nietzsche: "Spinoza'nın 'öz korunumu'
üzerindeki tümcesi aslında değişmeye bir durma getirecekti: ama tümce
yanlıştır, doğru olan tersidir" (78, s. 465). Spencer ise yaşamayı
"dış koşullara içten uyma" diye tanımlamakla "yaşamanın özüne
hakkını veremez" (76, s. 311). Darwin' e gelince: "Dış koşulların
etkisine Darwin' de saçmalık derecesinde
çok değer verilir: yaşama
sürecinin en önemli yönü ise pek büyük ölçüde biçimlendiren, içten biçimler
yaratan güçtür; bu güç, dış koşulları
tüketinceye dek kullanır, onları
sömürür" (78, s. 435). Bırakın ki, Nietzsche'nin gözünde" 'Var
olma kavgası' - bu bir ayrıklık durumunu gösterir. Aslında kural güç için, 'daha
çok' için, 'daha iyi' için, 'daha çabuk' için, 'daha sık' için kavgadır"
(83, s. 109).
Görüldüğü gibi, "güç istenci" Nietzsche'de öz-korunumuna karşı bir
savaş çığlığı olarak ortaya çıkıyor. Ama bu çığlığın başarısı, Nietzsche’ye
göre, yıkıcılığında değil yapıcılığındadır; özetlediği gerçek, yaşama
bilmecesine sağladığı doğru çözümdür. Sözüne kulak verenlere Zerdüşt'ün
ağzından şöyle sesleniyor Nietzsche, "var olmayan bir şey var olmayı
istemez; var olan bireye gelince, bu da nasıl var olmayı isteyebilir! - Yalnız,
nerde yaşama varsa orda güç istenci de var: yaşama istemi değil ama -sana
öğrettiğim şu- güç istenci" (76, s. 125). Demek ki düpedüz yaşama,
Nietzsche'de hem baş değer hem de son amaç olmaktan çıkıyor; başka bir şey için
bir araç oluyor. Giderek bir yerde Nietzsche atak bir varsayımla tek tek
yaşamaları genellikle güç istencinin bir görünümü olarak alıyor. Buna göre:
"Tek bir durum olarak yaşama...
elden geldiğince çok kuvvet duygusuna doğru
çabalar; yaşama özce daha çok kuvvete doğru bir çabadır; çaba kuvvet çabasından
başka bir şey değildir" (78, s. 467). Yaşamanın kendisi dönüp dolaşıp
güce, canlının kendi kuvvetini artırmasına, güç birikimine dayatılıyor böylece.
Yaşama daha temeldeki bireyin, serpilip büyüme isteğinin dışlaşması olarak
yorumlanıyor. ,Öz-korunumu bir içgüdü olmaktan çıkıp yerini
asıl 'içgüdü'
olan güç istencine bırakıyor Nietzsche'de. Dediği şu: "Bence yaşamanın
kendisi büyüyüp artma için, sürüp gitme için, kuvvetlerin birikmesi için, güç
elde etmek için bir içgüdüdür; nerde güç istenci yoksa orda düşme vardır"
(77, s.194).
Böylece, yaşamanın baş özelliği olarak güç istenci, yaşamayı, sözün en
katkısız anlamında bir eylemlilik, bir etkenlik, bir etkime (aktivite) diye
tanıtır. Bununla Nietzsche hem düşünürlerin hem de bilim adamlarının alıcı,
edilgin, dıştan etkilenen (passiv) bir olaylar tümü diye bellediği yaşamayı,
yepyeni
bir açıdan belirliyor. Yaşama artık çevre etkileriyle yoğrulmak, dolaydan
biçimlenmek diye kavranmıyor. Tam tersine yaşamanın ağırlığı, dışından kendi
içine aktarılıyor. Unutulan özü yaşamaya geri veriliyor. Bundan böyle yaşama
kendini ve dışını içten biçimleyen kendi gücüyle ve daha çok güç için var olan
bir "canlılık" olarak beliriyor. Böylece: Nietzsche'ye göre yaşamak,
özü korumak değil, bu özü aşmaktır. Her şey artık bu öz-aşımına bağlıdır.
Yaşamayı başlatıp kımıldatan, yaşayanın hiç durmadan daha kuvvetli, daha güçlü
olmayı istemesidir. Bütün yönleriyle yaşama güç istencidir: "Kuvvet
biriktirme istemi yaşama olayına, beslenmeye, çoğalmaya, kalıtıma - toplum,
devlet, töre ve yetkeye özce ilişkindir" (78, s. 466). Başka türlü denildiğinde:
düpedüz organizmadan insan kültürünün en karmaşık yapıtlarına varıncaya dek
yaşamaya rastladığımız her yerde güç istenci işbaşındadır Nietzsche'ye göre.
6
Deminden beri Nietzsche'yi izleyerek verdiğim açıklamaların "güç
istenci" kavramını tam olarak aydınlatmaya yettiğini söyleyemeyeceğim gene
de. Bu, öyle sanıyorum ki, Nietzsche'yi ele alıştan çok, Nietzsche'de "güç
istenci" kavramının büründüğü anlam kaypaklığından ileri gelmektedir. Bu
kilit kavramıyla ne demek istediğini tek anlamlı çözümlemelerle belirtip
sınırlamamıştır Nietzsche. Düşüncelerini sunuştaki öfkeli çatma ve tutku,
alaycı ve ozanca davranış "güç istenci" kavramının işlenmesini de
sarar. Bundan ötürü Nietzsche'ye yaklaşmadaki belli ilgiler, hatta çıkarlar,
türlü türlü nedenlerde kök salan önyargılar, güç istenci deyimini çok kez
yanlış anlamaya elverişli bir ortam bulabilir kendine. Zaman zaman böyle
olmuştur nitekim. Ben şimdi bu yanlış-anlamalardan yalnız birine ama belki de
en önemlisine dokunacağım burada. Böylelikle Nietzsche' deki güç istencinin ne
olduğunu biraz daha yakından öğrenebileceğimizi umuyorum.
"Güç istenci" deyince ilk akla gelen şey: her yaşayan varlığın
-Nietzsche'ye göre ilkin insanın- durma nedir bilmeden kuvvetlenmesi, hem de
her bakımdan kuvvetini artırmaya yönelmesi, gücünü çoğaltmaya çabalamasıdır. Bu
doğru ise, her canlı canlı azmanı olmaya eğilimlidir yapısı bakımından; devler
gibi bir şey olmayı ister. Fizyolojik gücünü, canlılığını, diriliğini artırmak
özüdür yaşayanın. İşte bundan her yaşayanın dolayını sömürmesi, bunun için de
beden yeteneklerini alabildiğine geliştirmesi yerinde bir davranıştır. Bu arada
birlikte yaşayan canlıların meydana getirdiği her canlı öbeğinin (diyelim ki ulusların)
kendi büyümeleri uğruna herzeyi yapmaya hakkı vardır. Güç istenci bencillikten
başka bir şey değildir. Bu yorumu bazı anlatımlarına dayanarak doğrudan doğruya
Nietzsche'ye dayatabiliriz. Örneğin, bir yerde Nietzsche şöyle diyor:
"Öz-korunumunu organik varlığın baş güdüsü olarak belirtirlerken
fizyologların iyice düşünüp taşınması gerekirdi: Canlı bir varlık her şeyden
önce kuvvetlerini
dışına taşırmak ister - yaşamanın kendisi güç
istencidir" (78, s. 436). Başka bir bağlamda da Nietzsche'nin öne sürdüğü
şu: "Yaşamanın kendisi dayanışma diye bir şey tanımaz, organizmanın sağlam
parçaları ile soysuzlaşmış parçalarına 'eşit hak' tanımaz: bu sonuncuları kesip
atmak gerekir - yoksa büsbütün göçüp gider" (78, s. 494). Böylesine
fizyolojik, biyolojik kabalıkların yanısıra ilk bakışta ahlakça kötülükleri de
öğütleyen bazı görüşlere rastlanır Nietzsche' de: "Aslında yaşama, yabancı
olanla daha zayıf olanı zorla ele geçirmek, boyunduruk altına almaktır"
(76, s. 199)... "Yaşama ana görevleriyle yaralayıcı, sömürücü, yok
edicidir" (76, s. 308). Bunlara politik zorbalıkları da ekliyormuş gibi
gelir bazen Nietzsche: "Savaştan vazgeçen, büyük yaşamadan
vazgeçmiştir" (76, s. 308).
Gelgelelim bütün bu tekyönlü tutamaklara bakıp, güç istencinden,
Nietzsche'nin: fizik alanda, bedence kuvvetli olmayı; hiçbir kural ve engel
tanımadan başıboş, bencil bir serpilmeyi; ister kişisel isterse de toplumsal
olsun biyolojik bir irileşip yaygınlaşmayı; kısaca yutuculuğu, eziciliği,
haksızlığı, yıkıcılığı anlayıp övdüğünü çıkaramayız. Çıkardığımızda, Nietzsche’yi
ya üstünkörü ya da güdümlü anlamışızdır. Böylesine tutumlar da çarpıtır baştan
aşağı Nietzsche'nin yaşama felsefesini. Nietzsche'yi önyargısızca, derinliğine
okuduğumuzda biraz önce aktarılan parçalar ile onlarla akraba aforizmaların,
aslında, savunur göründüğünden bambaşka bir düşünceyi öne sürdüğünü öğrenmekte
gecikmeyiz. Ayrıca, bu parçaların karşısında, güç istemi ile Nietzsche'nin neyi
belirtmek istediğini apaçık sunan parçalara da rastlarız. İşte bunları yapıca
özellikleriyle günışığına çıkarmak, Nietzsche'nin güç istenci kavramı ile neyi
düşündüğünü göz önüne serecektir.
Bakın bir yerde, "Yaşamak ne demektir" başlığını taşıyan bir
aforizmada nasıl konuşuyor Nietzsche: "Yaşamak - bu şu dernek: Ölmek
isteyen bir şeyi hiç durmadan kendinden atmak; yaşamak - bu şu demek:
kendimize, ama yalnız kendimize değil, çelimsiz ve yaşlı olan her şeye karşı
kıyıcı ve katı yürekli davranmaktır. Yaşamak - bu şu dernek: ölmekte olana,
düşküne, yaşlıya acımak mı? Hep cana kıymak mı? Ne dediydi ama yaşlı Musa:
Öldürmeyeceksin!'" (74, s. 60). Bu parçanın gidişinden, bildirme
tümcelerinin, savların birdenbire soru tümceleri, kuşku durakları
oluvermesinden de anlaşıldığı gibi, güç istenci kavramında Nietzsche düpedüz
bir kuvvetlenmeyi tasarlamıyor. Yapılının tümü, iç kımıldanışı ele alındığında:
Nietzsche güç istencinden yaşayan varlığın, insanın kendi isteğiyle yaşamasına
sağladığı belli bir yaşama biçimini, belli bir yaşama biçemini göz önünde
bulunduruyor hep. Anlatımlarındaki aşırılıklar, sözlerindeki şaşırtmalar,
deyimlerindeki kaypaklıklar, bir bakıma, bu belli biçemin özelliğine keskinlik
kazandırmak içindir kanısındayım. Bu biçemde, Nietzsche'nin inancı gereğince,
yaşamanın
disiplinli olması, insanın
salt kendi emeğiyle, kendi gücü ile
yaşamasına, doğanın verdiği düpedüz canlı oluştan daha fazla, daha üstün, daha
yüksek bir değer ve anlam katmasıdır. Ama, disiplin ("Zucht")
sıkı-düzen ("Züchtung") doğanın bağışladığı yaşama içgüdüsünü, bundan
üreyen çeşitli kuvvetleri, belli bir amaç uğrunda düzenlemek, bir araya
getirmek, örgütlemekle olur. Bu arada, tutkuları, kaba kuvvetleri,
serpilmelerine yardım etmek şöyle dursun, çelimsiz kılmak, bir deyime dağlamak,
ama bunu belli birtakım değerlerin gerçekleşmesi için yapmak gerekir. İşte
bunun için, insan durmadan gücünü kuvvetini artırmalıdır. Güç istenci, böylece,
yaşamaya çekidüzen veren kaynaktır. Güç istenci kolay yaşamanın değil, zor
yaşamanın dürtüsüdür. Çünkü Nietzsche'ye göre: "Yaşamayı elden geldiği
kadar rahat ve kolay düzenlemek olmaz, sertçe düzenlemeli" (82, s. 88).
Kısaca: ancak kendine sert davranan kuvvetlidir. Yaşamanın kendisi de özce
böylesine
bir kuvvetlenmeyi,
böyle bir güç artırımını
istemektir.
Bu yorum uyarınca güç istenci insandaki doğal-kaba eğilimlere karşı bir
savaş olarak çıkıyor. Gerçekten de, Nietzsche'nin bir sözüyle güç istenci,
canlıdaki kımıldanışları "oluruna bırakmanın", “laisser aller”nin
hiçe sayılması demektir (78, s. 89). Güç istenci, yaşayanın süklüm-püklüm
varoluşuna bir atılış uyartısıdır: "Yaşama yayladan yaylaya yükselme
olmalı" (82, s. 181). Güç istencinin yaşayanda kök salması, yaşayandaki
yüce yönün ağır bastığını gösterir; bir başıbozukluktan çok disiplin
yengisidir. Aşağı bir isteğin tutsağı olmamak, kalp değerlerin çekimine
kapılmamak, miskince bir yaşayıştan sıyrılıp çıkmak güç istencinin başarısıdır.
Bu açıdan bakıldığında "güç biriktirmek", "sömürmek",
"çelimsizi 'ezmek", "amansız yaşamak", "efendi
olmak" gibi Nietzsche'nin sık sık kullandığı birçok kavramın biyolojik,
toplumsal ve politik bir öğretiye sözcülük etmediği apaçık beliriyor. Bu
apaçıklıkta güç istenci: insanın kendisine söz geçirmesi,
insanlığını gerçekleştirmesi,
kendindeki kaba uzanışların önünü kesip içten gelen bir ahlak kuvveti ve kültür
yaratıcılığı ile tepeden tırnağa yoğurmasıdır. Bundan ötürü, Nietzsche güç
istenci sözünü hep "kendini yenme" ("Selbstbeherrschung"),
"kendini aşma" ("Selbstüberwindung") sözleriyle aynı
anlamlarda kullanır. Kendini yenme ise, bencilliğin, özünü sevmenin tam karşıtı
bireydir. Çünkü kendini sevme bir hastalık, bir uşaklık, bir eksikliktir. Sözü
edilen hastalık, yaşama duygusundaki bencilliğin, gerekli sınırların ötesine
atlayıp hastalıklı bir durum alması: uşaklık isteklerin, kaba saba
hoşlanmaların, biyolojik ve fizyolojik içgüdülerin egemenlik kurması; eksiklik
de isteme gücünün azalmasıdır.
Böylece Nietzsche'ye göre güç istenci bir
erdem oluyor: "Nerde
ne biçimde olursa olsun güç istencinin alçaldığı yerde bir düşüklük, bir: decadence'
da vardır" (77, s. 208). Düşkün kişi bulduğu ile yetinen, tek yaşasın da
daha fazlasını istemeyen kimsedir. Böyleleri, Nietzsche'nin bir çatma sözüyle
"yaşamaya ihanet ederler". Böyleleri, hep kendi suçları yüzünden
yaşamayı kolayından alır. Oysa, öz-korunumundan ötürü değil, güç istencinden
ötürü "yaşamak tehlike içinde olmaktır genellikle" (71, s. 225). İşte
güç istenci yaşamayı tehlikeli bir serüven yapar, ama bu yaptığı oranda da
yaşamayı
değerli kılar. Çünkü Nietzsche'ye göre, insan için salt yaşayıp gitmenin,
doğal, bitkisel, biyolojik bir var olmanın hiçbir değeri yoktur: olsa bile pek
sınırlıdır bu yaşama, insana yakışmaktan uzaktır da, böyle bir varoluş insan
için saçmanın tüm kendisidir. İnsan tüm varoluşunu güç istencine borçludur. Güç
istenci olmasa basbayağı bir canlıdan ayrılığı kalmaz insanın.
İnsanı İnsan
yapan, hayvanların üstüne çıkaran, yaşayışında güç istencinin yürürlükte
olmasıdır.
İnsan-olmanın, düpedüz doğaca bağışlanmayan bu eşsiz
başarının ölçüsünü başka yerlerde aramak boşunadır.
7
Nietzsche'nin güç istenci kavramına ilişkin aydınlatma çabaları, en güzel
kılığıyla yine Nietzsche'nin "büyük adam" anlayışında özetlenmiştir.
Nietzsche'ye göre
büyük adam "kuvvetli" adamdır - sözün yüce
anlamında. Enerjisini kendi istemiyle artıraraktan her bakımdan sağlam bir
yaşamanın hizmetine sokmuş olan kimsedir. Güç istencini şaşmaz bir buyruk yapar
kendine. Gücüyle kendisini, çevresini, başkalarını biçimler. İnsanların en
sorumlusudur. Miskin güdülerden bağımsız, yüce gönüllü, kendine güvenen, bu
güveni de boşa çıkarmayan insandır. Kaba hoşlanmalara, pek sıradan değerlere
karşı savaşlar kazanmış; "büyük yaşamayı" somutlaştırmıştır. Sözün
salt
anlamında ahlaklı, sağlam ve yaratıcıdır. Bütün üstünlükleri toplar
kendinde. İnsan türünün amacıdır. Bunun için kutsaldır. Adım başında bir
rastlanmıyorsa, bu, var olma olanaksızlığından değil, olsa olsa, öz-korunumu
güdüsü yüzünden, yine bu güdünün yönettiği yanlış ve sakat bir toplum düzeni
yüzünden, güç istencinin gölgede kalmasından ileri gelir.
Nietzsche'nin bir simgesiyle
Zerdüşt'tür büyük adam. Geçmekte olan
"iyi" ile "kötü"nün ötesindedir bu Nietzsche'nin Zerdüşt'ü.
İnsanların en yüce yararını sağlayacak olan iyi ile kötüyü kendi üstün yaşama
duygusundan çekip çıkarır Zerdüşt, bu
"Üstinsan" ("Übermencsh").
Üstün bir yaşamanın sözcüsüdür. En çok dünyaya bağlıdır, bu dünyadaki
"efendice" bir yaşayışa bütün varlığıyla "evet" der.
Zerdüşt düşük yaşamanın bir hayır-deyicisi ("Nein-sager"i) olduğu
kadar, güç istenciyle yoğrulan yaşamanın da evet-deyicisidir
("Ja-sager"). Tehlikelerine karşılık, hep böylecene kalsa da yürekten
bağlıdır bu yaşamaya Nietzsche. Bir yerde başvurduğu Latince bir anlatımla
"Başkasına değil de bu yaşamaya hep" bütün sevgisiyle sarılmıştır
Zerdüşt: "Non alia sed haec vita sempiterna" (83, s. 476). Gerçekte
kısa da sürse -miskince olup uzun sürmektense- en içten teşekkürle bağlıdır
Zerdüşt güç istencinin ürünü olan "efendice" yaşamaya.
8
Öyle sanıyorum ki durum açık: güç istenci Nietzsche'nin zengin duyma ve
düşünme dünyasında baş yeri kaplıyor. Onun için bu dünyanın her görünümüyle
içten bir ilişiği var. Nietzsche' deki hangi konuya eğilirsek eğilelim bu
kavramı, en ince ayırımlarıyla işin içine karıştırmak zorundayız. Örneğin,
Nietzsche'nin metafiziği, teolojisi, bilgi öğretisi, tarih değerlemesi, psikolojisi,
ahlak yorumu, kültür tutumu, eğitim görüşü, devlet anlayışı, dönüp dolaşıp hep
güç istenci kavramıyla anlamlı bir boyut kazanır.
Sözgelişi, en kestirmeden
denildiğinde: Metafiziği: güç istenci
diye bireyin varlığını, gerçekliğini kabul etmesine, bu gerçekliğe bağışladığı
evrensel yaygınlığa dayanır.
Teolojisi: tanrı-tanımazlıktır; ama bu,
Kutsal Kitabı başucu kitabı yapmış olan Nietzsche'nin, bu papaz çocuğunun
düpedüz günaha düşkünlüğünü değil, güç istencini ön plana koyma, dolayısıyla
insanın yapıp ettiklerinde baş sorumlu olarak Tanrıdan çok insanın kendisini
görme dileğini açığa vurur; işte Nietzsche’ye göre bu anlamda "Tanrı
ölmüştür".
Bilgi öğretisi: bilgiyi, güç istencinin gelişimine
yardımı dokunan bir gereç, bir alet diye görmesinde temellenir; bu açıdan bakıldığında,
"doğru bilgi" güç istencini doyurup artıran bilgidir, "yanlış
bilgi" ise bu istenci azaltır.
Tarihi de şöyle değerlendirir
Nietzsche: insan geçmişini, düpedüz geçmiş merakını gidermek için araştırmak,
bu uğurda kılı kırk yarmak boşuna bir uğraşıdır; çalışmalarını
"yapıcı" bir tarihte, "anıtlık" ("monumental")
bir tarih yazarlığında yoğunlaştırmalıdır tarihçi; geçmişte güç istencinin ön
plana çıktığı kişileri ve dönemleri (Nietzsche'ye göre bu arada Napoleon ile
Roma Çağını) birer örnek, birer örnek anıtı olarak işlemeli.
Psikoloji ise
Nietzsche'nin gözünde bilimlerin "kraliçesidir"; çünkü gözlemleriyle
insan varlığının gizli bir sürü köşe-bucağını, bu varlığın derinliklerinde
başıboş dolaşan örtük enerji yüklerini belirtip bunları güçlü olmanın hizmetine
sokma yollarını öğretir.
Sosyoloji de aslında: insan teklerini güçlü
kılmak için toplumu nasıl düzenlemek gerektiğini devşirdiğimiz bilgi
bölgesidir.
Ahlak ise: bir değer yaratma yöntemidir; ahlakçı
kavramsal, kuramsal bir insan değildir; aslında uygulamalara çevrilmiştir;
kendi yüce gönlünden yeni yeni değerler çıkarıp yürürlüğe koyar bunları;
çelimsiz bir istemenin ürününe olsa olsa "kötü" adı yaraşır; işte
böyle bir ahlakı savunur "köleler": başarılı bir güç istencinin ürünü
olan değerlere gelince, "iyidir" bunlar; "efendilere"
yakışan da bu değerlerdir.
Kültür: güç istencinin gerçekleştirdiği
yaşama koşullarının tümüdür: teknik ve sanayinin etkisiyle yığınlaşmanın, ruh
gücünden yoksun bir yaşayışın, güç istemine sırt çeviren bir nihilizmin, düşkün
bir aşama biçeminin, "decadence"ın önleyicisidir.
Eğitim: güç
istencini hem beslemeli hem de bu istencin gerektirdiği disiplini sağlayan bir
eylem olmalıdır.
Devlet ise: insan öbeklerinin güç istenci ilkesine
göre örgütlenmesidir; insana en yakışan devlet biçimi efendice değerlere yaşama
hakkı vereni ruh disiplinini sağlamlaştıran, gönül aristokrasisini pekiştiren
devlet biçimleridir; bu açıdan bakınca, Nietzsche'yi ille de demokrasi düşmanı
saymak ne kadar yanlışsa, Nietzsche'yi zorba devlet yöneticilerinin
kışkırtıcısı diye bellemek hepten yanlıştır. Bana kalırsa, Nietzsche aslında
özel bir humanizmanın temsilcisidir; herkeslerin kolay kolay katlanamayacağı
acıların içinden geçerek kendini -bir deyime- adam etmiş olan bir insandır bu
temsilci; başkalarına da, gerçek mutlulukları için yardım elini uzatır. İşte
bundan, yürürlükte olan değerler düzenini altüst etmeye (değerleri bir
"Umwertung"
a uğratmaya) hak görür kendinde.
Kısaca, Nietzsche'ye, salt açıklamak üzere basılan birçok
izm damgası,
sübjektivizm, ateizm,
"egzistansiyalizm", pragmatizm, volontarizm,
individüalizm gibi türlü türlü izm'ler, her kez sınırlı başarısını, tutarlı
Nietzsche'nin dönüp dolaşıp hep güç istenci kavramını düşünmelerine odak yapmış
olmasından, her ayrı konudaki düşüncesinin bu kavramla biricik bir özellik
kazanmasından ileri gelir.
Bütün bu tutamaklardan çekinmeden şu sonucu çıkaracağım şimdi: Eldeki deneme
"güç
istenci" kavramını Nietzsche'deki dallı budaklı
işlenişiyle gün ışığına ulaştırmaktan uzak. Bu kavramı tam bir açıklığa
ulaştırmak için biraz önce şöyle bir dokunduğum çeşitli konuları birer birer
ele alıp incelemek gerekir. Benim burada yaptığım ise, güç istenci kavramını,
yalnız bir iki yönden, en çok da Nietzsche'nin tüm yaşama anlayışını belli bir
aydınlığa ulaştırmak için, belli bir ölçüde deşmekten daha öteye uzanmadı.
9
Denediğim Nietzsche yorumunun, Nietzsche'nin doğrudan doğruya "yaşama
felsefesiyle" ilgili bazı kesin belirlenimlere yol açmaktan geri
kalmadığını öne süreceğim burada. En önemlileriyle özetlendiğinde şunlar sözünü
ettiğim belirlenimler:
Önce: Nietzsche'nin "yaşama felsefesi" ana kavramları bakımından
önde güç istenci olmak üzere, tümüyle Nietzsche'nin "felsefesini"
kuşatır. Başlarken bir çalışma varsayımı olarak duyurduğum bu durumun açıkça
belirdiğini sanıyorum şimdi.
Bir de şu var: bu "yaşama felsefesi" pek çok girdi-çıktısı olan
geniş bir yapıdır. Yine başlangıçtaki bir sözle, gerçekten yaygın bir düşünme
dünyasıdır.
Şunun da altını çizmeliyiz: bu yaşama felsefesi bir "yaşantı"
felsefesidir ("Erlebnisphilosophie"). Başka türlü denildiğinde:
Nietzsche'nin yaşama üzerindeki düşünceleri Nietzsche'nin kendi çevresini
yaşamasından, kendi gönül kımıldanışları ile içinde yaşadığı çağın genel
toplum-kültür havasını değerlendirmesinden, kısaca içli-biyolojik toplumsal bir
varlık olarak Nietzsche'nin
kendi yaşama duygusundan, soluğundaki
biricik özelliklerden çıkıp onları besler.
İşte başlangıçtaki ilk bir dokunuştan sonra, yeri geldikçe belgelerle
belirttiğim bu noktayla ilgili bazı soruları da örtbas ederek geçemeyiz burada:
Yaşantıya dayanan bir "felsefe" olur mu? Tek tek öznel (sübjektif)
yaşantıların "verdikleriyle" nesnel (objektif), yani kesin ve
genelgeçer bir bilgi düzeni kurulabilir mi? Yaşamanın her verdiği doğru bilgi
midir? Bilme yolu olarak yaşantıya, ulaştırdığı belirlenimlere ne denli bel
bağlanabilir? - Bir düşünür olarak tümüyle Nietzsche'ye çevrilmiş olan bu
soruların birer ölüm-kalım sorusu olduğu apaçık. Öyle ya, bu sorulara olumsuz
bir karşılık, bundan böyle Nietzsche'nin felsefesinden söz açmamıza engel olur;
Nietzsche'de yaşamaya ilişkin kesin bilgiler aramaktan alıkoyar bizi. İşte bu
soruları bir bakıma karşılıksız bırakacağım ben şimdi. Çünkü felsefede
karşılıktan yalnız bir savı öne sürmeyi değil, öne sürüleni temellerine dayatmayı,
haklı gösteren kanıtlarıyla ortaya koymayı anlıyorum. Ama burada şimdi
böylesine bir işe girişemeyeceğim. Gene de felsefenin bilimler çeşidinden
nesnel bir bilgi olmasını koşul tutanlar, Nietzsche'nin yaşantı anlatımlarına,
sözün yaygın anlamında, bilgi gözüyle bakamazlar. Böylesine bilgilerin kurucusu
olarak güvensizlik baş gösterir Nietzsche'ye karşı. Bu güvensizliği Nietzsche
kendisi bile körükler. Ölümünden sonra yayınlanmış olan yazıları arasında şu
satırları okuruz nitekim: "Kendime karşı en büyük güvensizliği uyandırmak
istiyorum: yalnız
yaşanmış şeylerin sözünü ediyorum ben, kafamın
içinde olup bitenleri sunmuyorum" (82, s. 384). Gelgelelim bununla
Nietzsche köklü bir sanısını -başka bir yerde dediği gibi- "yaşantıdan
kalkarak yaklaşmadığımız hiçbir şey için kulağımız yok demektir" (77, s.
337) sanısını dolaylıca pekiştiriyor pekiştirmesine, ama yine de, gerektiğinde,
yaşantılarına
sert davranmaktan hiç ürkmüyor, hem savlarını hem
savlarındaki sonuçları, doğruluğu-yanlışlığı bakımından denetlenebilen bir
bilgi niteliğiyle çıkaramıyor görüşlerini karşımıza.
Nesnel-kuramsal bilgiler sağlamıyor diye, bilimsel diyebileceğimiz bir
felsefesi yok diye Nietzsche'den yüz çeviremeyiz. Tam tersine: böyle bir
felsefesi olmadığı için Nietzsche'ye birçok can alıcı durumlarda başvurmaya
eğilimliyizdir. Bu,
Nietzsche'nin bir yaşama filozofu olmasından,
belli bir anlamıyla
felsefeyi bir yaşama sanatı yapmasından ileri
gelir. Çünkü genellikle yaşamamıza bir anlam verirken, yaşamamızı
değerlendirirken, yaşamamızı biçimlerken Nietzsche'den öğreneceğimiz bazı
tutamaklar var. Beğenelim beğenmeyelim belli bir yaşama biçeminin temsilcisidir
Nietzsche.
Bu açıdan bakıldığında Nietzsche’nin yaşama felsefesi, kökleri kendi
yaşantılarına varan pratik bir kaygıdan beslenir. "Bir öğretiye gereksinme
var, öylesine kuvvetli bir öğreti ki, sıkı bir düzen vererek kuvvetliler için
kuvvetlendirici, dünyadan yorulmuşlar için de kötürümleyici ve kırıp dökücü
olsun" (78, s. 583). İşte Nietzsche olanca tek yanlılığına karşılık, -bunu
neden gizlemeli, Nietzsche'ninkinden başka, bazıları için Nietzsche'ninkinden
daha verimli yaşama biçemleri de var-, evet, işte Nietzsche olanca tek
yanlılığına karşılık, az çok yol açtığı bütün yanlış-anlamalara karşılık, sözü
edilen gereksinmeyi gidermede unutulmaz bir başarı gerçekleştirmiştir.
Nietzsche insanlardaki uyuşuk eğilimlere korkmadan parmak basmış; karamsar
Schopenhauer'inkine karşıt daha-iyici bir tutumla, Dionysos'ça bir dinçliğe
dayanarak, bu uyuşuk eğilimleri toptan değiştirmeye kalkışmış bir gözü pektir.
Nietzsche:
bir kültür hekimi. Ana çizgileriyle Eski çağın
Ispartalılarına yakışan bir yaşama ülküsünden yana bu eşine az rastlanır hekim.
Baş ilacı, herkesIere salık verdiği ilaç: hava değişimi bir çeşit. Son
eserinde,
Ecce homo'sunda ("İşte Adam"ında -
"Vorwort": Önsöz) çılgınlığının tuhaf bilgeliğinden aldığı esinlerle
o pek sevip saydığı, hep iyiliğine çalıştığı insancıklara, bize, belki de
çoğumuza, şöyle sesleniyor: "Yazılarımın havasında soluk alıp vermesini
bilenler, bunun bir yükseklikler havası, sağlam bir hava olduğunu bilirler.
İnsanın bu hava için yaratılmış olması gerekir, yoksa bu havada üşütmek hiç de
küçüğünden bir tehlike değildir".
[*] Nietzsche'den sözü sözüne aktarmalar için
Kröner Taschen-Ausgabe ile
Crossoktav-Ausgabe'ye başvuruldu. Sayfa bildirenlerden önce gelen Arap
sayılan "Taschenausgabe"nin ciltlerini, Roma sayıları da
"Grossoktav-Ausgabe"nin ciltlerini göstermektedir. En çok
yararlandığım ciltlerin önemli başlıkları şunlar:
Unzeitgemaesse
Betrachtımgen (71);
Mensch/iches Allzumensch/iches (72);
Morgenröte
(73);
Die Fröh/iche Wissenschaft (74);
Also sprach
Zarathustra (75);
Der Wille zur Macht (78);
Ienseits vom Cut
und Böse (VIII);
Zur Cenealogie der Moral (VIII);
Die Ceburl
der Tragödie (i);
Nachlass (82,83, II).